Çevirmen Freud ve Vatandaşlık – Şahin Ateş
Freud bir çevirmendi. Hakikaten de Gymnasium’un son yılında Kral Ödipus’tan 33 mısra çevirmişti ve çevirisi sınıfının en iyisiydi. Fakat kendisine çok kolay gelen bu işe pek de mesai harcamamıştı ve nihayetinde aldığı not “yeterli” idi ki kendisi bu notu “rezalet bir başarısızlık” olarak değerlendirmişti (Knoepfmacher, 1979: 290-91).
İlk “psikanalitik” eserleri, sinirbilimden yaptığı çevirilerden oluşuyordu. Gayesi, “sinir sistemi içerisindeki fazlalığı dağıtmaktı”. Yazımına 1888’te başladığı ve 1893’te yayınlanan “Organik ve Histerik Felçler” üzerine makalesinde psikoterapinin, çağrışımların bedenin belirli bir bölgesinde sıkışmış vaziyetteki oyununu yeniden başlatmak olduğunu yazdı; histerik felç bedeni gündelik dili kullanarak işaretliyordu. Burada ve yine 1888’de yazdığı “Histeri” başlıklı ansiklopedi makalesinde histerinin “sinir sisteminin işleyişinden hiçbir şey anlamadığını” yazdı. Histeri, bedenin anatomisini ve fizyolojisini kendi diline çeviriyordu. Dahası, Freud “histerik bir sinir sisteminden” bahsediyordu! Freud’un hedefi histerinin çevirisinin yapısını sökmesini sağlayacak olan dinamik lezyonu keşfetmekti. Canguilhem Normal ve Patolojik’te (2020) 19. yüzyılda Comte ve Cl. Bernard başta olmak üzere araştırmacıların patolojik olanı normale, niteliksel olanı niceliğe çevirme gayretlerinden bahseder. Freudcu çeviri, yapısöküm, düş yorumu… adına ne derseniz deyin, nihayetinde Freudcu ekonomi çerçevesinde değerlendirilmesi gereken psikanalitik işlerin tarihsel arka planının idraki için Canguilhem’in söz konusu eseri kıymetli bir referanstır. Belki başka bir yazıda geri dönmek üzere bu ilişkiyi şimdilik bir kenara bırakıyorum.
Freud, 21 Şubat 1875’te arkadaşı Eduard Silberstein’a şöyle yazar: “Söyle bana, ekonomi-politik, bir çeşit ekonomi midir?” Bu mektup, benim tespit edebildiğim kadarıyla, taranmış eserleri arasında “ekonomi” kelimesini kullandığı ikinci metindir.[1] İnsanın sorası geliyor hemen: Söyleyin bize sayın Freud, psişik ekonomi, bir çeşit ekonomi midir?
20 yıl sonra, (üçüncü metin olduğunu düşünüyorum), bir başka arkadaşına, Fliess’e şöyle yazar (25 Mayıs 1895): “İki amaç bana eziyet ediyor: Şayet bir kimse niceliksel mülahazaları, sinir kuvvetlerinin bir çeşit ekonomisini ortaya koyacak olursa zihinsel işleyişin teorisinin nasıl bir biçim alacağını incelemek ve ikincisi, psikopatolojiden normalin psikolojisi namına bir yarar elde etmek.”
Dördüncü metin bir yıl sonra, 1896’da kaleme alınır: “Kalıtsallık ve Nevrozların Etiyolojisi”. Bu makalede Freud majör nevrozları “sinir sisteminin ekonomisinin rahatsızlıkları” olarak tarif eder. Aynı yılın 6 Aralık’ında Fliess’e yazmış olduğu meşhur 52. Mektup’ta topolojik kuramının öncüllerini sunar ve şöyle yazar: “Algının ve bu üç kaydın tam bir açıklamasını sunabilmek için yeni bir psikoloji tanımlamam gerekirdi.” Bu kez tartışması nevrozların etiyolojisine ilişkin değildi. Bir psişik öğenin kaderini serimlemek niyetindeydi; bu kader söz konusu öğrenin birden fazla çeviriye tâbî tutulmasından müteşekkildi. Freud her birine (birbirine çevrilen her bir kayda) yazı dedi, yazılamaması (çevrilememesi) durumuna ise bastırma. Her bir metni hatırlayabiliriz ama Orhan Veli’yi hatırlayalım ve bunu psikanaliz tarihçisine bırakalım. 1905’te yayınlanan Espriler “tıka basa” ekonomi doludur, Türkçe baskısının 150. sayfasından haz kârı pörtler (2016: 150) ama 74. sayfadaki Hamlet göndermesini hatırlamak kâfidir: “Tutumluluk, tutumluluk Horatio!” Malumunuz 1901 yılında yayımlanan Günlük Yaşamın Psikopatolojisi “psişik kemer sıkma politikalarının” bir derlemesidir. Şimdi, biz de tutumlu olalım ve dönüşümü niçin çeviri ve ekonomi ile beraberce ele aldığımızı açıklayalım. 10 yıl ilerliyorum.
Freud “Bilinçdışı” (1915) başlıklı makalesinin ikinci bölümünde şöyle yazar (2013: 172): “Bir ruhsal eylem (burada kendimizi düşünce doğasında bir eylemle sınırlayalım) Bd. sisteminden B. (ya da Bö.) sistemine geçtiğinde bu geçişin söz konusu düşüncenin, yeni bir ruhsal konuma yerleştirilebilecek ve yanı sıra ilk bilinçdışı tescilin varlığını sürdürdüğü, yeni bir kaydını – sanki ikinci bir tescili – içerdiğini mi düşünmemiz gerek? Yoksa geçişin düşüncenin durumunda bir değişikliği, aynı malzemeyle ilgili ve aynı yerde gerçekleşen bir değişikliği içerdiğine mi inanmalıyız?”
Bilindiği üzere Payel ve Öteki yayınevlerinin çevirilerinde Freud’un eserlerinin İngilizce baskıları esas alınır. Bu paragrafta İngilizce baskının editörünün iki dipnotu olduğunu görürüz: 1) Burada “düşünce doğasındaki” şeklinde karşılanan tamlamada “düşünceye” karşılık gelen Almanca kelime vorstellung’tur. 2) Burada Freud tarafından sorunsallaştırılan “tescil” meselesi ilk kez onun Fliess’e yazmış olduğu – ve bizim de az önce bahsetmiş olduğumuz – 6 Aralık 1896 tarihli 52. Mektup’ta gündeme gelmiştir.
Buradaki ilk sorun şudur: Madem burada Freud’un vorstellung’u “düşünce” şeklinde çevrilmeye direniyor, o hâlde – varsa – direnmediği yerin bize editör tarafından gösterilmesi gerekir. Benzeri bir sorun ile (Lacan’ın XI. Seminer’de değindiği üzere) “Haz İlkesinin Ötesinde’de” (1920) de karşılaşılır. Bu kez ise editör “içgüdü” diye çevrilen trieb kelimesinin içgüdüden “ivedilik vurgusu daha fazla olan” bir anlam taşıdığını dile getirir (2013: 296). O hâlde, Freud’un çeşitli yerlerde trieb’ten ayrı olarak instinkt kelimesini kullandığı bilinmesine rağmen, niçin burada trieb içgüdü diye çevrilir? Bu durum alelâde bir “çeviri tercihi” meselesi olamaz; evvela çeviri sorunu alelâde olamaz. Derrida “çeviri sorunu daima konukluk sorunudur” der (2012: 23). Freud’un 52. Mektup’ta bize gösterdiği üzere ise psişik alanda (psişik’te diyerek doğrudan bir yeri işaret etmek, daha mı doğru olurdu?) çeviri sorunu “bastırma sorunudur”. Freud’a göre “çeviri” bilinçdışının bilgisine erişmenin yegâne yoludur (2013: 163); bilinçdışı olan hakkında konuşulabilmesi için onun “bilinçli bir şey” kendisine karşılık gelecek şekilde çevrilmesi gerekir. Bu işin neticesinde elde edilen sonuç için ise şöyle söyler (2013: 164): “Anlamda bir kazanım doğrudan deneyim sınırlarının ötesine gitmek için haklı bir gerekçedir.” Bu çok güçlü bir ifadedir. Deneyim sınırlarının ötesine gitmek! Yer, sınır, yabancı, tâbî oluş… Freud’un bu sayfalarda sunduğu açıklama için tercih ettiği kelimelerin etik sonuçlarını burada tartışmak güç ama bu paragrafı şu şekilde özetlemiş olalım: Nitekim Freud da bir sisteme ait olanın (yani oranın yerlisinin) bir başka sisteme geçişi (yani konuk oluşu) ile ilgilenir: Yani, yukarıda alıntılamış olduğum paragrafın derdi psişede konukseverliktir, bir başka ifadeyle, konuğun tâbî olduğu yasalara dairdir: Bir uyruk olmak, nihayetinde, bir dile çevrilmek değil midir? “Ama” diyor Derrida, bir başka metnin 11. sayfasında (Monolingualism of the Other) “tire işareti anıları susturamaz”. Bahsettiği tire işareti, Mağripliyi Frankofona dönüştüren, Mağripliden bir Franko-Mağripli yaratan tire işaretidir. Aynı kitabın 46. sayfasında “birincil itkisi saflığın aksiyomunu ya da düşlemini eleştirmek olan yapısökümü” kendisinin “saf bir Fransızcadan başka hiçbir şeye katlanamaması ya da hiçbir şeyi takdir edememesi” ile açıklar. Saf bir Fransızca! 1925 yılında yazdığı “A Word about Anti-Semitism” başlıklı yazısında Freud şöyle söyler[2]: “Benim dilim Almancadır. Kültürüm, kazanımlarım Almandır. Kendimi, Almanya ve Alman Avusturya’sında antisemitik ön yargının ne kadar büyüdüğünü görene dek entelektüel açıdan Alman olarak bildim. O vakitten beridir kendime Yahudi demeyi tercih ediyorum.” “Tescil” diyor Freud 1915’te. Bu psişik olanın vatandaşlığından, yerinden yurdundan bağımsızca düşünülebilir mi? Doufermantelle’in Derrida’ya karşılığı ile devam edelim (2020: 68): “İbranicede ‘zaman hâsıl etmek’ ile ‘davet etmek’in aynı şey olması, zaman elde etmek için iki kişi olmak gerektiğini; daha doğrusu ötekinin olması, kökensel öteki tarafından kapının zorlanması gerektiğini gösteren bu tuhaf dil zekâsı neyin nesidir?”
Psikanalizde İbranicedeki bu “dil zekâsının” bir karşılığı vardır: dürtünün kaderi. Yeni bir özne ortaya çıkar, der Freud okuru Lacan, dürtü çevrimini tamamladığında (2017: 187). Başka bir yazıda bahsetmiştim, iki değil, üç aşamalı bir iştir bu; iki aşama olmaz, çünkü bir imkânsızdır.[3] Her ne ise, meselemiz bu değil. Hitap muhataptan seker, utanmaz melankolik örneğinde olduğu gibi. Bir arkadaşım yakın zamanda bu mesele üzerine yazacak ve bu çalışmayı heyecanla bekliyorum. Şimdilik, sadece şunu söyleyeceğim: Öteki’nden yüz çeviremeyiz. Kant Ebedî Barış’ta şöyle yazıyor (2020: 39): “… düşmanlık salgısı olmasa da sürekli bir tehdit durumu söz konusudur.” Barış inşa edilmelidir. 73. sayfadaki dipnotta ise “insanın suçlanması zordur, doğasının nereden geldiği bilinmez” der. Bu sebeple hukuka saygı duyulmalıdır. Nereden geldiği bilinmiyorsa hangi uyruktan olacağı belli olmalıdır ki yüz yüze baktığımızı bilelim. Doğayı parmağımız ile işaret edemiyorsak, onu anladığımız dilden konuşmalıyız. Freud da dürtülerin kökeni hakkında oldukça benzer şeyler söylemez mi? Kökeni nereden gelir, bilmek psikanalistin işi değildir. Bilinebilip bilinemeyeceği hakkında dahi konuşmakla mükellef değildir psikanalist; o, onun mukadderatı ile ilgilenir.
Sigmund Freud, “İngiltere’de Antisemitizm”, 16.11.1938
Kaynak: https://www.loc.gov/exhibits/freud/images/vc008374.jpg (Erişim tarihi: 14.07.2021)
İki alıntı ile sonlandıracağım, birisi uzunca bir çeviri olacak. Birisi bir bilim insanı olarak “çevirmen Freud’dan gelecek” diğeri ise İngiltere’ye sığınan Freud’dan, konuk, evsiz Freud’dan: 1911’de, “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine’de”, “insan keşfetmekte olduğu topraklarda hâkim olan para birimini kullanmak zorundadır”, der Freud, “bizim örneğimizde bu birim nevrotiktir.”
Time and Tide’ın Editörüne,
Viyana’ya 4 yaşında bir çocuk iken Moravya’nın küçük bir kasabasından geldim. 78 yıllık gayretli çalışmanın ardından evimi terk etmek, kurduğum Scientific Society’nin dağıldığını, kurumlarımızın tarumar olduğunu, Matbaa’mızın (“Verlag”) işgalciler tarafından ele geçirildiğini, yayınladığım kitaplara el konulduğunu ya da kâğıt hamuruna dönüştüklerini, çocuklarımızın mesleklerinden kovulduğunu görmek zorunda kaldım. Bu özel sayınızın sütunlarının Yahudi olmayan, kişisel olarak benim kadar müdahil olmayan insanların sözlerine ayrılması gerektiğini düşünmüyor musunuz?
Bu bağlamda aklıma eski bir Fransız deyişi geliyor:
“Bir yaygara züppeye dönüşür,
Bir aptalın şikâyetleri duyulur;
İhanet edilir bir centilmene,
Yola çıkar, suskun.”
Mektubunuzdaki “bu ülkede bile antisemitizmin belirli bir büyüklüğe ulaştığını” kabul eden paragrafınızdan derin bir şekilde etkilendim. Halihazırdaki zulmün bu ülkede bir sempati dalgasına yol açması gerekmez mi?
Saygılarımla,
Sigm. Freud
[1] İlki yine Silberstein’a yazılmış 8 Kasım 1874 tarihli mektuptur.
[2] Sigmund Freud: Conflict & Culture, Library of Congress, https://www.loc.gov/exhibits/freud/freud03a.html (Erişim tarihi: 14.07.2021)
[3] Bkz. Şahin Ateş, “Ancak ve ancak bir bire eşit değil ise üç eksi iki bire eşit değildir”, FSP (2), 2020, 43-50, https://freudcupsikanalizdernegi.com/wp-content/uploads/2020/09/FSP-2.-Sayi.pdf (Erişim tarihi: 11.07.2021)
Kaynakça
Derrida, J. (1996). Monolingualism of the Other or The Prothesis of Origin. (P. Mensah, Trans.) Stanford, CA: Stanford University Press.
Dufourmantelle, A., & Derrida, J. (2020). Davet – Konukseverlik Üzerine. (A. Sümer, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
Freud, S. (1964). Anti-Semitism in England. S. Freud, J. Strachey, A. Freud, A. Strachey, & A. Tyson (Dü) içinde, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXIII (1937-1939): Moses and Monotheism, An Outline of Psycho-Analysis and Other Works (s. 301-302). London: The Hogarth Press.
Freud, S. (2013). Metapsikoloji. (E. Kapkın, & A. Tekşen, Çev.) İstanbul: Payel Yayınları.
Kant, I. (2020). Ebedî Barış Üzerine Felsefi Bir Tasarı. (C. Yeşilçayır, Çev.) Ankara: FOL Kitap.
Knoepfmacher, H. (1979). Freud in High School. American Imago, 287-300.
Lacan, J. (2013). Psikanalizin Dört Temel Kavramı. (N. Erdem, Çev.) İstanbul: Metis.
Sözer, O., Keskin, F., & Kızıler, R. (Dü). (2012). Jacques Derrida ile Birlikte Pera Peras Poros. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.