Çeviri

Anoreksiya Nervozada Sessizlik ve Ses- Domenico Cosenza

Bu yazı ilk kez European Journal of Psychoanalysis‘te “Silence and the Voice in Anorexia Nervosa” başlığı ile yayınlanmıştır. Yazının sahibi sayın Domenico Cosenza’ya bize bu yazıyı Türkçeye çevirme iznini verdikleri için teşekkürü borç biliriz.

 

Özet:

Bu makalenin odak noktası Anoreksiya Nervoza kliniğinde Konuşma ve Sessizliğin işlevidir. Bu alandaki Lacancı yaklaşım, anoreksiya ile klinik deneyimin bu özel yönüne önemli bir katkı sağlayabilir. Benim tezim, anoreksik öznenin deneyiminde Konuşma ve Sessizlik işlevinin kullanımında bir metaforizasyon kusuru olduğudur. Bu tez hem klinik görüşmelerde hem de psikoterapide kanıtlandığı gibi, anoreksik hastaların kelimeleriyle ve sessizlikleriyle olan ilişkisinde destek bulmaktadır. Bu ilişki, kendini dil boyutuna yerleştirmenin diyalektik olmayan bir yolunu ve metaforik dilbilimsel pratikten ziyade holofrastik bir uygulamayı ortaya koymaktadır. Lacancı yaklaşım, hem anoreksiya nervozanın kalbindeki bu yapısal düğümü yalıtmamıza hem de anoreksiya nervozayı, anoreksinin histerik-nevrotik biçimlerinden ayırt etmemize olanak tanır. 

I – Anoreksiyada sessizlik ve konuşma 

Klinik alanda anoreksiya ile çalışan ve Freud tarafından kurulan dinleme pratiği, yani psikanaliz konusunda eğitilmiş olan hiç kimse, anoreksiyadan mustarip öznelerde ilk konsültasyonlarda en sık karşılaşılan biricik bir özellikten etkilenmekten geri kalır. Bu özellik, onun yapısal arka planı olarak hareket ettiği sürece konuşmanın diyalektiğinin kendisini ortaya çıkarmasına izin verir: sessizlik. Anoreksiya nervoza’nın klinik tedavisinin çoğu kez metaforlardan yoksun, kelimenin mesaj olarak bilinçdışı rolünde başarısız ve öznenin dil alanıyla ilişkisindeki radikal bir çıkmaza dikkat çeken bir tedavi biçimini aldığı sıklıkla iddia edilmiştir. Övgüye bilhassa, anoreksiya tartışması içerisindeki merkezî dikkati betimsel yaklaşımların ilham aldığı betimsel ağırlık-beden-yiyecek devresinden, nozografik olarak DSM-IV ve terapötik olarak bilişsel-davranışçı terapilerden ya da anoreksiya hususundaki duruşu Ego’nun temel kırılganlığına narsisistik bir dikkate dayanmayan dinamik ve analitik post-Freudyen yaklaşımlardan olmayan Lacan’ın öğretilerinden geçen psikanalistler nâildir. Anoreksiyaya Lacancı yaklaşım, aslında anoreksik öznenin dil alanıyla ilişkisi ve anoreksik çözüme içkin zevk boyutu üzerine odaklanmıştır. 

Son yirmi yılda, bu, anoreksiya nervozaya özgü anti-metaforik tesise odaklanmaya yol açtı ve bu durumda, histerik ve nevrotik formları hariç, bedenin metafor üretmediğini ve onu arzunun diyalektiği içinde konumlandıran bir fallizisazyon temelinde yapılandırılmadığını kanıtladıBu açıdan bakıldığında bu durumun kızlar arasındaki yaygınlığını modanın kadınların zayıflığına yönelik buyruğuna bağlamaya yönelik her türlü girişim yanıltıcıdır. Aksine, aslında, gerçek anoreksiya, bir kızın vücudunun fallisizasyonu sürecinde bir satranç taşıdır ve onun başarısızlığının bir sonucu, tipik bir kadın maskeli balosuna özgü bir görünümün diyalektiği içerisinde hareket edememektir (Soria, 2000, s. 52).

Bu ışıkta anoreksiya nervozada, yemek yemeyi reddetmekten kaynaklanan tükenme durumu, çoğu durumda, bir mesajın veya isteğin değerini tutmaz ve ikincisini bir aşk göstergesinden mahrum etmeyi amaçlayan bir eylem olarak Öteki’ne bir çağrı olarak işlev görmez. Aksine, yemek yemeyi reddetme, her şeyden önce, Öteki’nin reddinin bir cisimleşmesidir, kendisini tehdit edici, istilacı, hatta tamamen zulmedici bir Öteki’nden karşı, onunla tüm köprüleri yıkarak savunmanın bir yoludur. Aynı zamanda ve temel olarak, anoreksiyada, bu reddetme, bir keyif biçimi, bir kayıpta olmayan bir libidinal devre ve dolayısıyla özneyi tamamen emen ve uyuşturucu bağımlılığı ile ilişkili (Cosenza, 2008, s. 140-158) keyif ile çok sayıda yakınlık sunan söylemin dışında ortaya çıkar.

Bu çerçevede, anoreksik öznenin konuşma ve dil ile ilişkisini, anoreksiya nervozanın bölgesi ve Lacan tarafından XI. Seminer’de (1973, s. 264-265) tasvir edilen psikoz-psikosomatik fenomen-zihinsel zayıflık üçlüsü arasında bir bağlantı kurarak holofraz mantığından ziyade metafor mantığı ile yeniden okumaya çalıştık. Bu baştan sonra bir içerme olmaktan ziyade bir yaklaşımdır ancak bizi biraz ihtiyatlı hale getirmek ve karşılaştığımız anoreksiya hastalarını histerik anoreksiyanın klinik çerçevesiyle ilişkilendirmenin cazibesine kapılmamızı önlemek için yeterlidir.

Anoreksinin klinik tedavisine holofraz mantığını getirmek, anoreksik denekte tekrarlayan bazı klinik fenomenler için yapısal bir eksen aramak anlamına gelir. Özellikle, bu ışıkta ortaya çıkan önemli bir özellik, anoreksik hastanın konuşma ile öznellikten arındırılmış ilişkisiyle ilgilidir. Tedavinin büyük bir kısmı için, bu ilişki belirgin bir söylemsel klişeleşme, sözceleme seviyesini sözcenin kanıtlarına sınırlama eğilimi ve özneyi bunların düşsel ürünlerine, hatalara ve genel olarak bilinçdışının oluşumlarına esrarengiz bir değer atamaktan alıkoyan bilinçdışı ile iletişimsizlik ile karakterize bir ilişkidir. Anoreksik öznenin dil ile ilişkisinin bu fenomenolojisi, bu öznelerin kendi yapısal kırılganlığına dayanır ve bu da onların söylem mantığı temelinde işlev görmelerini engeller. İkincisi, Lacan tarafından resmileştirildiği gibi, öznenin arzusunu yaratan bölünmüş bir özne ($), öznenin arzusunu üreten kayıp bir nesne (a) ve öznenin başka bir gösterenin yerini tutan bir gösteren tarafından oluşturulduğu ve temsil edildiği eklemli bir gösteren zinciri (S1 – S2) aracılığıyla işlev görür. Öte yandan, anoreksik özneler, Dewambrechies La Sagna’nın (2006, s. 57-70) altını çizdiği gibi, psikozda olduğu gibi yapısal olarak söylem dışında olmasalar da kendilerini “de facto dış söylem” olarak sunarlar. Anoreksik özne konuştuğunda sunulan gösterenlerin sabitlenmesi, gösterenler arasındaki aralık, bir gösteren (S1) ve diğeri (S2) arasındaki boş alanla ilgili önemli bir soruna tanıklık eder. Bu, tam olarak gösterenler arasındaki aralıkta özne alanının açıldığı ölçüde öznenin kapanma ve iptal etme eğiliminde olduğu bir alandır.

Anoreksik ve bulimik hastalarla yapılan analitik çalışmalarda sıklıkla aynı fenomenle karşılaşıyoruz. Bu, bir seans ile bir sonraki arasındaki aralıkta, hastanın apres-coup ve çökelti zamanı olarak iptal ettiği bir aralıkta görülebilir: bu nedenle, bir sonraki oturum, önceki oturumda ortaya çıkanın bir tür “buharlaşması” ile karakterize edilir.

S1 ve S2 arasındaki bu aralığın yapısal olarak kapanması, üçlü psikoz-psikosomatik fenomen-zihinsel zayıflıktaki holofraziyi karakterize eder. Bununla birlikte, bazı yazarlar, ne açıkça bir psikotik yapıya atfedilebilen ne de nevrotik-histerik çerçeveye içkin olmayan bu anoreksiya biçimleriyle ilişkili olarak yapısal değil de konumsal bir holofraziden söz etmişlerdir.

II – Yankılanmayan bir sessizlik 

Şimdi, tersine dönüşünden, yani sessizliğin ışığında konuşmanın yapısal arkaplanı olarak iş görmesinden başlayarak dikkatimi sözcüğün sembolik değerinin anoreksiya nervozada karakteristik olan donuşuna çevirmek istiyorum. Anoreksiyada konuşmanın oynadığı kritik işleve alanımızda dikkat zaten verilmiş olsa da bu bağlamda sessizlik meselesinin dikkate alınması çok daha az yaygındır. Bu nedenle aşağıdaki değerlendirmeler, anoreksiyadaki sessizliğin rolü için analitik bir çerçeve sağlama girişimidir.

Analitik deneyimlerden, çeşitli sessizlik dereceleri olduğunu ve bir analiz sırasında analizanın kendi sessizliğini ve analistin sessizliğiyle olan ilişkilerini farklı şekillerde deneyimlediğini biliyoruz. Bir analiz sırasındaki sessizliğin karmaşık fenomenolojisine dalmak benim niyetim değil. Sadece anoreksik öznenin sessizlikle karşılaşmasının özelliklerini daha iyi anlamamızı sağlayacak belirli koordinatları tanımlamakla ilgileniyorum. Bu nedenle, bu iki sessizliğin sunduğu farklı tınımları örneklendirmek maksadıyla, analizin başındaki ve sonundaki sessizlik arasında bir ayrım yapacağım. Nevrotik bir bireyde, analizin başındaki sessizlik, onu taşıyan özneyi her şeyden önce rahatsız eden, bölen bir sessizliktir. Bu, analiste analizan tarafından formüle edilemeyen bir talep ileten, konuşmayı boğan diyalektik bir sessizliktir. Bir sessizlik mesajı yapısını taşıyan bir sessizliktir. Aynı zamanda, bazen bir provokasyon, analiste yöneltilen bir meydan okumadır: Öteki’yi konuşmaya kışkırtan bir sessizlik, konuşmaya neden olan bir sessizlik. “Neden konuşmuyorsun?” Bu, sessizlik Öteki’ye yöneltilen bir konuşma talebinin karakterini üstlendiği zaman, nevrotik öznenin analistin sessizliğine attığı sorudur. 

Analizin sonundaki sessizliğin çok farklı bir tonu vardır; bu artık hiçbir şey talep etmeyen bir sessizliktir. Sessizlik talebinden çok bir sessizlik tepkisidir. Deneyimi, daha çok öznenin gerçeğine dayanır; bizzat kendisi anlamsız olan gerçeğin varoluş ve alış biçimini temsil eder. Bu, Öteki’ye yöneltilen, Öteki’siz bir kapanma sessizliği değil, kendisini Ötekinin ötesine teslim eden, yapısal varolmayan ve garantisizlik noktasında Ötekini varsayan bir sessizliktir. Tamamen tanınmak isteyen bir sessizlik değildir. Öznenin konuşma eksikliği yaşamadan duraklayabileceği sınırlı bir sessizliktir. 

Başlangıçta ve uzun bir süre boyunca sessizlikten ya da analizin sonunda sessizlikten bahsetsek de nevrotik bireyin sessizlik deneyimi, bunun hala çeşitli şekillerde yankılanan bir sessizlik olduğu olgusuyla karakterizedir. Sessizlik isteğinde, sessizliğin diyalektik yankısı, analizde, öznenin temel siluetinin tipik ötekiyle olan ilişkinin dinamiğini kontrol etmeyi, yeniden üretmeyi varsayar. Analizin sonundaki sessizlikte, yankı artık fantazmal diyalektik ve sembolizasyonuna tam olarak atfedilemez. Daha ziyade, öznenin en samimi gerçekliği ile, ona neden olan nesneyle ilişkisi ile ilgilidir ve bu nedenle, kelimenin içerdiği sesle, onu belirsizleştiren konuşma ile daha fazla ilişkilidir. 

İleri sürmek istediğimiz ilk hipotez, anoreksinin nevrotik olmayan biçimlerinin tedavisinde sessizliğin, en azından tedavinin çoğunda, yankılanan bir sessizlik biçimini almadığıdır. İfade biçimlerinin fenomenolojisinin iki kutup etrafında yapılandırılma eğiliminde olması tesadüf değildir: sessizliğin alanını kapatan konuşma ve sınır tanımayan sessizlik. İlk durum, sessizlik alanını kapatan konuşma, özellikle tedavinin erken aşamalarında sık görülür. Boş, basmakalıp bir konuşmayla sözcelemedeki her öznel ifadeyi örtme girişimidir. Bazı durumlarda, bu, yiyecek, kilo ve kalori konusuna odaklanan tamamen basmakalıp bir söylemle ifade edilen çılgın bir ruminasyon yoluyla gerçekleşir. Terapötik bir toplulukta tedavi edilen sınırlayıcı bir anoreksik hasta olan Amanda, bir zamanlar bunu ifade etmek için etkili bir formül kullandı: “Beyninde yiyecek olması”, “kafasının yiyecekle doldurulması” gibi baskı hissini yaşadığını anlattı ve başka hiçbir şey düşünemeyeceğini söyledi. Bu ruminasyon, bu tür hastaların davranışlarının özelliği olan yiyecek konusunda devam ediyor, öznenin alanını ve öznel bölünme için gerekli gösterenler arasındaki aralığı kapatıyor ve bizi, oluşturduğu ölçüde, onun özgün, paradoksal işlevi üzerine kendilerini mahrum bıraktıkları nesne, yiyecek üzerinde sürekli, çılgınca bir tartışma düşünmeye sevk ediyor.

Olağanüstü bir sezgiyle, Lacan, XXI. Seminer’den bir derste bu klinik problemin bir okumasını sunar: “Les non-dupes errent”. Burada Lacan bilhassa anoreksik kadın öznenin yiyecek söylemine yönelik bu saplantısını  düşünür ve bundan bir sebep damıtmaya çalışıyor. Burada Lacan, gıda ile ilgili bu basmakalıp, sürekli konuşmanın amacının anoreksik özneyi onu dehşete düşüren bir şeyden korumak olduğunu iddia ediyor: Bilgideki boşlukla, Öteki’nin varlığıyla bir karşılaşma. Bu nedenle, anoreksik hastanın bilinçdışının gerçek, garantisiz durumunda, bir dürtü olarak işlevinde ortaya çıkmasına karşı kendini savunduğunu varsayabiliriz. Anoreksiya nervozaya özgü holofrazis, öznenin kendi bilinçdışıyla olan ilişkisini dondurur ve keser. Bu nedenle, anoreksik hastaların tedavileri sırasında, sürekli olarak, söylemsel kalıp yargı bozulduğunda, öznenin söyleminin, bir boşluk deneyimiyle karşılaşma ile ilgili olarak tanımladıkları tuhaf bir ıstırabı ortaya çıkardığı durumlarla karşılaşılır. Stereotipi, anoreksik özneyi, bu bilgi boşluğunu temsil eden bir şeyle karşılaştığında yapısal olarak açılan bir boşluk deneyiminden korur. Örneğin bu tür pek çok denek, yatılı bir kurumda tedavi görürken, tamamen faaliyetlerle dolu olmayan ve kendi kararlarına bırakılan yapılandırılmamış bir zamana tahammül edemez.

Anoreksik öznenin nasıl işlediğini belirleyen tipik bir ilkeye, yani konuşma ve sessizlik arasındaki ilişkide işleyen katı “ya hep ya hiç” kutuplaşmasına da şahit olunabilir. Bir yandan, gördüğümüz gibi, tipik bir yön, sessizlik alanını ve gösterenler arasındaki bir zaman aralığı olarak işlevini ortadan kaldıran basmakalıp konuşmayla ilgilidir. Burada, boş konuşma sessizliği kapatır ve onu yok etmeye çalışır. Öte yandan, anoreksiyanın dil seviyesinde konuşma alanını öldüren bir sessizlik şeklini aldığı bazı nadir durumlar olmuştur. Kelimeler olmadan bir sessizlik. Bu gibi durumlarda, böyle bir öznenin sessiz göründüğü anoreksiya formlarıyla karşı karşıyayızSessizlik burada müstehcen, konuşmanın diyalektiğinden ayrılmış, söylemin kurallarının dışında, bir sınır pozisyonunda gibi gözükür. “Sözel anoreksiya” olarak adlandırdığımız bu gibi durumlarda, anoreksiya ve otizm arasındaki eşik genellikle incedir ve konuşmanın katılımı, özne için dayanılmaz bir yabancılaşma değerini varsayar. Lacan da burada yardımımıza koşar ve X. Seminer’de, “Kaygı’da”, bize insan tecrübesinde konuşmanın yankılanmasına imkan veren koşulun sesin bir dürtü nesnesi olarak özne tarafından kaybedilmiş, böylelikle bunlardan ayrı ve dolayısıyla içkinken bile dışkın hâle gelmesinden türediğini hatırlatır. Sesin kaybolması, öznenin onu bünyesine dahil etmesini sağlar (Lacan, 2004, s. 317-321). Bu, sesin Ötekinin boşluğunda, garanti dışı noktasında rezonansa girmesine izin verir. Vokal nesnenin bu ‘dışsallığı’, nevrotik öznenin konuşma ve dil alanı ile tekil ilişkisindeki konumunu, yabancılaşma ve ayrılık diyalektiği bağlamında yapılandırır. Bununla birlikte, aynı zamanda, bilgi ile olan ilişkilerini, arzularına neden olan nesnenin kaybına eşdeğer bir eksiklik etrafında yapılandırılmış bir alan olarak karakterize eder. 

Psikozda, özne, işitsel halüsinasyon yoluyla, tesadüfî olmadan, gerçek olandan geri dönen bir ses nesnesinin kaybını deneyimlemez. Özne, onlardan ayrı olmayan bir sesle kovalanır ve istila edilir. Sadece ses ayrı ise, eğer kaybolduysa, özne için yankılanabilir, sessizlik ve konuşma deneyimlerinde şekil alabilir. Aksi takdirde, daha çok emir veren, cezalandırıcı ve kınayan bir ses şeklini alır.  Anoreksiya nervoza tedavisinde nadiren işitsel halüsinasyonun temel fenomeni hakimdir. Bu, açık psikoz vakalarında ortaya çıkar ve çoğu kez ses, özneye yiyecekleri zehirlendiği veya kontamine olduğu gerekçesiyle reddetmesini veya bulimia vakalarında sınırsız yemesini emreder. Bununla birlikte çoğunlukla, süperego komutunun özneyi acımasızca dikte etmesidir, ancak ses özneye yemek yemesini veya yemek yemeyi reddetmesini emreden somut bir öteki (anne, baba…) biçimini almaz. Bu nedenle, anoreksiya nervozada, işitsel halüsinasyonun dışarıdan ve dıştan bir yapısıyla karşı karşıya değiliz. Daha ziyade, vakaların çoğunda, öznenin konuşmanın diyalektiğine özgü rezonans etkisini ve konuşmanın zemini olarak sessizliğin işlevini deneyimlemesini imkânsız kılan bir süper ego emrinin patlamasıyla karşılaşırız. 

III – Alessia vakası yahut anoreksiyada konuşmanın ve dilin metaforik olmayan işleyimi

Monosemptomatik analitik yönelimli bir grupta tedavi ettiğim bir hasta olan Alessia vakası, anoreksiyasında konuşma ve dil ile ilişkiyi geçen ve yapılandıran anti-metaforik melankolinin özelliğini açıkça göstermektedir.

Bu hasta, tedavisinin ileri aşamasında üzerinde çalıştığı erken yaşamından travmatik bir sahne tarafından sarsıldı: Arabanın dikiz aynasında, çaresiz ve ağlayan babasını gördü, ona şöyle dedi: “şimdi annenin yerini almak sana kalmış!”. Alessia’nın annesi sekiz yaşındayken kanserden öldü ve kardeşi üç yaşındaydı. Bu noktadan itibaren, oldukça tombul küçük bir kız olan Alessia, ilk başta yavaş yavaş kilo vermeye başladı ve daha sonra ergenlik öncesi daha belirgin bir şekilde kilo vermeye başladı. Babasının ölmüş annesinin yerini almaya yönelik umutsuz çağrısına verdiği yanıt, onu anoreksiyasının yanıt olacağı ölümcül bir özdeşleşmeye bağladı. Gruba on sekiz yaşındayken anoreksiyayı tamamen kısıtlayarak katıldı ve bunu sadece anne tarafından dedesinin ve erkek arkadaşının isteği üzerine yaptığını iddia etti; iyileşmeye hiç niyeti yoktu. Alessia tüm toplantılara katıldı. Çoğunlukla sessizdi, ama her zaman oradaydı, çünkü kimseye sözünü kıramayacağını söyledi.

Birkaç yıl sonra, öznenin yapısını açıklığa kavuşturan kritik bir kavşakta grupla bir randevuyu kaçırdı. O öğleden sonra, bazı çocuklar, çalıştığı bir giyim mağazasının penceresinde, bazı kıyafetler düzenlemek için diz çökerken ona bakmak için durmuştu. Alessia, ona arkadan baktıklarından emindi. Aynı öğleden sonra, gözler yüzünden gelemeyeceğini açıkladığı bir mesaja dikkatimi çekti. Mesajda birkaç tehditkâr gözü izleyerek çizmişti. Nesnenin, sembolleştirilemez bir nesne olarak “bakma”nın gerçeğine dönüşü, Alessia’nın anoreksisinin telafi edici etkisini kırma etkisine sahipti.

Yaklaşık bir ay boyunca bakılmaya dayanamadığı için evden dışarı çıkamadı. Gruba dönene ve çalışmalarını sona erdirene kadar onunla her zaman cevapladığı günlük konferans görüşmeleri yaptım. Nesnenin “bakışı”nın zulmedici etkisi bir ay içinde azaldı ve yok oldu. Bir hukuk öğrencisi idi ve terk edilmiş çocuklar için avukat olarak çalışmak amacıyla çocuk hukuku üzerine bir çalışma ile mezun oldu. Annesinin ölümünün onun için dayanılmaz bir terk ediliş olduğunu ve bunun hiçbir çıkış yolu olmaksızın kendisini ona kaçınılmaz olarak dayattığını açıkladı. Bu onu grupta, onu kaderine terk eden merhum annesine karşı sonsuz öfkesi hakkında konuşmaya yöneltti.

Alessia’nın vakası, anoreksiyanın anti-metaforik işlevini, kayıp nesneden ayrılacak şekilde yapılandırılmamış öznel bir konum olarak açıkça göstermektedir. Daha ziyade, yas sürecine ters yönde işleyerek onu bedende tutmanın ve ebedileştirmenin bir yolu haline gelir.

Annesinin erken ölümü ve babasının onun yerine geçmesi için çaresizce ricası, özneyi sembolleştirilemez olaylar olarak etkilemişti. Öznenin tepkisi, sembolik kastrasyonun reddedilmesiyle gerçekleşen Şey için nostaljik melankoliye benzer şekilde, anoreksiyayı sembolize edemeyeceği bir kayıp gerçeğine dönüş olarak yapılandırmaktır.

Alessia örneğinde, kayıp nesneyle narsisistik özdeşleşme, annesinin fotoğraflarını gruba getirdiğinde bir gün görebildiğimiz gibi, annesine çarpıcı fiziksel benzerliğinde de imgesel bir vurgu buldu.

Alessia, anoreksiyasının üstesinden gelmeyi ancak pozisyonunu ölü annesininkinden ayıran yavaş bir süreçten sonra başardı. İkame, (Lacan dilinde ‘suppléance’ anlamında) bu süreçte önemli bir rol oynadı ve terk edilmiş çocukların avukatı olma planını ortaya çıkardı. Bu operasyon sayesinde, anoreksiyanın ötesinde, kendisini “anne” nesnesinden uzaklaştırmasına ve yasada, hayal gücünde, babanın çalışmayan rolünü oynayabilecek bir çapa bulmasına izin veren bir çözüm bulmuştu.

Alessia’nın yaşamında, kelimenin işlevi ve dil alanı, harfi harfine ve metaforik olmayana doğru eğilimli bir biçim alır. Hayatının önemli anlarında ortaya çıkan şey, diyalektik dışında mutlak komutlar olarak dayatılan cümlelerle, fantazmal çerçeveden yoksun saf zorunluluklarla karşılaşmaktır. Gruptaki konuşma kullanımı bir itiraz biçimini almadı ve sadece tedavinin sonraki aşamasında daha fazla özgüllük elde etti ve daha öznel bir boyuta ulaştı.

Örneğin, kadın cinselliğinin ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, çarpıcı olan şey, ilk deneyimini yaşadığı çocuk için sadece bir sıkıntı hissettiği ve hatta herhangi bir çekim yaşamadığı iddiasıdır; birisi sadece bunun onun görevi olduğuna dair bir inanç bulur, çünkü onun yaşındaki kızların yaptığı şey budur. 

Bu yüzden, hayatında aldığı ilk ilerlemelere yanıt olarak, ilk cinsel ilişkisini yapmayı kabul etti. İlk ilişkisinin olayı etrafında hiçbir inşa, beklenti ya da merak, keşif ihtiyacı, özel bir tatmin yoktu: Sadece diğerleri gibi bir kız olduğu için yerine getirilmesi gereken bir görevin kesinliği vardı. Kastrasyon perdesinin yerine, genç bir kadın olmak için uyulması gereken bir süperego komutunun konuşlandırılmasını buluyoruz. Bu vakada daha önce de gördüğümüz gibi, Alessia’nın anoreksiyasının başlangıcı, babasının aniden ölen annesinin yerini alması için yaptığı çağrıya verilen cevapla örtüştü.

 

Kaynakça 

Cosenza, D. (2008). Il muro dell’anoressia (Rome: Astrolabio).

Dewambrechies La Sagna, C. (2006). “L’anorexie vraie de la jeune fille”, La Cause Freudienne, 63, juin 2006, pp. 57-70.

Lacan, J.:

  • (1973). Le Séminaire. Livre XI. Les quatre concepts fondamentaux de la psychanalyse, 1964 (Paris: Seuil).
  • (1974). Le Séminaire XXI. Les non-dupes errent. 1973-1974, 9 April 1974, yayınlanmamış seminer.
  • (2004). Le Séminaire. Livre X. L’angoisse, 1962-1963 (Paris: Seuil).

 

Çeviren: Batuhan Demir

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu