Nazir Hamad – Le silence se donne comme la parole
Soruların sırası ve ötesi
Zaman zaman, acil konular üzerinde çalışan kişilerden talepler alıyorum. Bu kişiler, genellikle kökenlerini sorgulayan gençlerden, ailevi zorluklarla başa çıkmaya çalışan ebeveynlerden veya çocuk sahibi olma arzusuyla hareket eden evlat edinme adaylarından oluşuyorlar. Bu kişiler, bir analiz talebinde bulunmuyorlar. Açıkça ifade ettikleri şey şu: “Bir analize başlamak istemiyoruz, sadece yaşadıklarımızı anlayabilmemiz için dikkatli bir dinleyiciye ihtiyacımız var.” Birkaçı da şunu ekliyor: “Bize psikoterapist görmenin daha iyi olduğu söylendi, çünkü analistler konuşmuyorlarmış.” Bu yorum, birçok analistin bu tür bir bakış açısını doğrulaması bakımından daha da ilginçtir: Analistler sessiz kalır, terapistler konuşur. İşte bu, üzerinde durulması gereken bir referans noktasıdır.
Soru, konuşmak ya da sessiz kalmak değildir. Her şey söylenenin ne olduğuna ve ne zaman söylendiğine bağlıdır. Bu yeni bir ifade değildir. Halk bilgeliği her zaman sessizliğin değerini tanımıştır. Herkes “söz gümüşse, sükût altındır” atasözünü bilir. Ancak bu, gümüş altın için neyse analizin de psikoterapi için o olduğu anlamına mı gelir? Bu konuda kesin bir sonuca varmak mümkün değildir. Analist, aynı zamanda müzisyenin de bildiği gibi, müziği oluşturanın sessizlik olduğunu bilir. Sessizlik, notalara müzikal cümle içinde ve bütünsel harmonik yapıda değerlerini veren şeydir. Sessizlikle ilgili alışılmış fikirleri uygularsam, terapistin müzisyen olmadığı sonucuna varmak kolaydır. Sessizlik olmadan müzik sadece kesintisiz bir ses olur.
Terapistlerden özür dilerim. Bu, düşüncelerimin özü değil. Bilinçdışını dinlemeye herhangi bir analist kadar özen gösteren ve sessizliklerini nasıl koruyacaklarını bilen terapistler tanıyorum. Ancak bu tür durumlarda neden terapist olarak adlandırılmayı tercih ettiklerini anlamıyorum. Bu sorunun cevabı onları ilgilendirir.
Bir soru olarak semptom
Bana gelince, bana bir soruyla gelen insanları hiçbir zaman geri çevirmedim. Onları ağırlamak analistin işinin ayrılmaz bir parçasıdır. Onları dinlemek analist için olduğu kadar, bir analist onları dinlediğinde farkında olmadan bilinçdışının ne olduğunu keşfeden bu insanlar için de öğreticidir. Hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, hangisi önce gelir sorusunun cevabını bana yedi yaşındaki bir kız çocuğu verdi, önce tavuk mu yoksa yumurta mı? Bir sorusu olduğu için annesiyle birlikte beni görmeye gelmişti. Annesi, iyi niyetli bir tarafsızlığı korumaya çalışarak, evlat edindiği kızına, sorusunu cevabı etkilemeden nasıl karşılayacağını bilen biri tarafından dinlenme fırsatı vermek istemişti. Bu kız, gerçek annenin kim olduğunu bilmek istiyordu. Çocukları doğuran mı yoksa büyüten mi? Bu gerçek bir soruydu ve gerçek bir ilgiyi, gerçek bir karşılamayı hak ediyordu. Bu gibi durumlarda bilinçdışının çalışmasını yalnızca bir analist teşvik edebilir. Bazılarını analiz talebiyle tekrar gördüm. Bir analistle karşılaşmaları onları şaşırtmıştı ve üzerlerinde bir daha çalışmayı asla bırakmadılar.
Bu küçük kıza, benim de bir sorum, bir bilmecem olduğunu söyledim: “Bir tavuk yumurtlar ve bir başka tavuk onu kuluçkaya yatar, hangisi gerçek annedir?” Düşünüp, bana şu cevabı verdi: “Yumurtlayan tavuk.” Bunun bir olası cevap olduğunu belirttim. Cevabından memnun olmadığı için, ekledi: “Hayır, bu değil, çünkü yumurtayı kuluçkaya yatırmak gerekiyor.” Ben tepki vermediğim için, ekledi: “Evet, şimdi biliyorum, her ikisi de gerekiyor. Her ikisi de biraz anne gibi.”
Sorusunun cevabını bulduğu için memnun bir şekilde yanımdan ayrıldı. Ben de mutluydum, çünkü bana hangisinin önce geldiğine dair bir cevap bulmama yardım etti. Muhtemel cevap şudur: Biri diğerinin koşuludur ve öznenin var olabilmesi için onu taşıyan bir söylem gereklidir. Bu söylem, ebeveynlerinin ve önceki nesillerin söylemi ile ona konuşan ve onunla konuşan bir anne (Öteki) söylemidir. Öteki olmadan, onu taşıyan ve onda bir özne olma ihtimalini destekleyen biri olmadan, hiçbir şey onu bir soy ağacına ya da kişisel ve ailevi tarihine yerleştiremez.
Cure-type[i] ve Söz
Sessizliğin analistin çalışmasını tanımlaması konusuna geri dönelim. Eğer sessizlik, psikoterapiden ayrılan temel bir unsur olarak kabul ediliyorsa, hastaların bize yıllardır falanca analistle görüştüklerini ve onun sesini hiç duymadıklarını söylediklerinde yaptıkları bu açıklamalar hakkında düşünmemiz gerekir. Bir analisti analist yapan şey bu mudur? Cevabı size bırakıyorum.
Analist konuşur. Cure-type, hastanın yaşını, yapısını veya ruh halini dikkate almadan uygulanabilecek bir tedavi değildir. Cure-type benim için, tedaviyi bu verilere göre uyarlamayı bilmek anlamına geliyor. Bu yüzden sessizliğin ve sözün verildiğine inanıyorum. Günümüzde, analiz çalışmasına girmek istemediklerini ifade ederken bize bir rahatsızlığı aşmalarında yardımcı olmamızı isteyen giderek daha fazla insan var. Onları konuşması gereken bir terapiste gitmeleri konusunda mı tavsiye etmeliyiz? Hayır derim. Kesinlikle hayır. Analist, dinlemesiyle, hastasını bir rahatsızlığın asla izole bir unsur olmadığını keşfetmeye yönlendirir; tıpkı bir doktorun belirli bir organın semptomunu ortadan kaldırmak için ilaç vermesi gibi ayrı bir şekilde tedavi edilebilecek bir unsur olmadığını gösterir. Bilinçdışını dinleme konusunda gerekli eğitimi almayan bir terapist, semptoma saldırabilir ve onu Lacan’ın anlam düğümü olarak nitelendirdiği temel bir öğe olarak dışlayabilir.
Analist, danışmanlık veya tavsiye vermez ve eğer sorulan tüm sorulara cevap vermezse, bu sadece çünkü hakikatin hastada olduğunu bildiğindendir. Analist en azından bir şeyi bilir: Saatin zamanı, bilinçdışının zamanı değildir ve bu, analitik çalışmaya tüm değerini verir. Başka bir deyişle, eğer analist sessiz kalıyorsa, hastaya hakikatin kendi ağzından dile gelmesi için gerekli zamanı tanıdığı içindir. “Sessizlik, söz gibi verilir,” dediğimde kastettiğim budur. Her ikisinin de aynı amacı vardır: Analisti ve hastasını şaşırtan ve onları aynı yerde bırakmayacak olan şeyi ortaya çıkarmak.
Bir hasta, acil hastaneye yatırılmasına neden olan korkunç bir kaygıya maruz kaldığı durumda, analistinden duyduğu tek şey, Lacan’dan bir alıntıya atıfta bulunan aynı cevaptı. Bu mantıklıdır, hastayı pes edene kadar yönlendirmek gerekir. Kısacası, boksörler bunu bir nakavt olarak adlandırır. Eğer sessizlik olarak adladırdığımız buysa, o zaman dinleme ve şaşırtmaya karşı bir engel işlevi gören bir teoriye karşı sıkışıp kaldığımız sessizliktir.
Çeviren: Aleyna Paköz
La Revue Lacanienne’nin 2009/1(No:3) numaralı sayısından alınmıştır.
https://www.cairn.info/revue-la-revue-lacanienne-2009-1-page-19.htm?contenu=article
[i] Jacques Lacan’ın ‘Variantes de la cure-type’ başlıklı metni, 3 Şubat 1955 tarihinde Encyclopédie Médico-Chirurgicale – Psychiatrie içinde yayınlanmıştır. Bu metin, psikanalitik tedavinin çeşitli varyasyonlarını ele alır ve tedavi sürecinin dinamiklerini, yöntemlerini ve terapötik prensiplerini inceler. Sonuç olarak, Lacan’ın ‘cure-type’ kavramı, psikanalitik tedavinin semptomların sadece yüzeyini değil, aynı zamanda bunların altında yatan derin psikolojik nedenleri ve anlamı keşfetmeye odaklandığını vurgular. Bu, tedavinin yalnızca semptomların ortadan kaldırılmasını değil, aynı zamanda kişinin içsel dünyasını anlama ve dönüştürme sürecini içerdiğini gösterir.