Analizde İnşalar (1937) – Sigmund Freud
I
Bana her zaman öyle gelmiştir ki, diğer pek çok insanın kendisini böyle bir zorunluluk içerisinde hissetmediği zamanlarda psikanalizi hakkaniyet ile değerlendirmek, tanınmış belirli bir bilim adamının itibarına büyük değer katmıştır. Ne var ki o, bir keresinde, analitik teknik üzerine, aynı anda hem aşağılayıcı hem de adaletsizce olan bir fikrini beyan etmişti. Hastaya yorumlar sunmak ile bizim ona malum “Heads I win, tails you lose”[1] prensibine göre davrandığımızı söylemişti. Öyle ki, şayet hasta bizimle hemfikir ise bu yorumun doğru olduğuna delalettir; fakat şayet bizimle ters düşerse, bu yalnızca onun direncinin bir belirtisi olacaktır ki bu da bir kez daha bizim haklı olduğumuzu gösterir. Bu yol ile biz analiz ettiğimiz zavallı yardıma muhtaç adamcağız karşısında, o öne sürdüğümüz şeye nasıl tepki verirse versin, haklı oluruz. İmdi, hakikaten de hastadan gelen bir “Hayır” bizi yorumumuzdan yanlış olduğu gerekçesiyle vazgeçmeye itecek bir kural olamayacağından, tekniğimizin doğasının böylesi bir ifşası analiz karşıtları tarafından memnuniyet ile karşılanagelir. Dolayısıyla analitik tedavi esnasında hastalarımızın “Evet” ve “Hayır’ını” değerlendirmeye – onların ifadelerinin kabul yahut ret olarak değerlendirilişine – nasıl aşina olduğumuzun ayrıntılı bir açıklamasını sunmak zahmete değer olacaktır. Doğal olarak uygulayıcı analist bu müdafaa sürecinden hâlihazırda bilmediği bir şeyi öğrenmeyecektir.[2]
Analiz çalışmasının hastayı erken gelişimine ait olan (kelimenin en geniş anlamıyla) bastırmalardan vazgeçmeye ve bunları olgun psişik koşullara tekabül edecek tepkilerle değiştirmeye teşvik edişi bilinen bir zemindir. Bu amaçla görünüşte hasta unutmaya yüz tuttuğu belirli tecrübeleri ve onlar tarafından çağrılan duygulanımsal itkileri hatırlamalıdır. Güncel belirti ve ketlenmelerinin böylesi bastırmaların sonuçları olduğunu, dolayısıyla bunların unutmuş olduğu şeylerin yerine geçenleri olduğunu biliyoruz. Onu kayıp anıları kurtarma yoluna sevk edebilmemiz için hangi türden malzemeleri kullanımımıza sunar? Her çeşidi. Rüyalarında bize bu anılardan, kendi içlerinde kullanılmaz olan fakat kural olarak rüyaların yapısını etkileyen her türlü etken gereği ciddi şekilde saptırılmış olan parçalar sunar. Yine, şayet kendisini “serbest çağrışıma” teslim ederse, bastırılmış (die verdrängten, ç.n.) tecrübeler ve alıkonulmuş (der unterdrückten, ç.n.)[3] duygulanımsal itkiler ve aynı şekilde onlara verilen tepkilerin türevlerine imalarını keşfedebileceğimiz düşünceler üretir. Ve nihayet hasta tarafından icra edilen eylemlerde bulunabilen, bastırılmış malzemeye ait duygulanımların tekerrürlerinin hem analiz içerisinde hem de dışarısında, bazıları görece önemli bazıları önemsiz olabilecek ipuçları mevcuttur. Deneyimimiz, analiste karşı kurulan aktarım ilişkisinin bu duygusal ilişkilerin[4] geri dönüşü hususunda bilhassa hesaba katıldığını göstermiştir. Aradığımız şey, bir araya getirilmesi gereken şey – şayet böyle betimleyebilirsek – böylesi işlenmemiş malzemelerin dışındadır.
Aradığımız şey, hastanın unutulan yıllarının aynı şekilde güvenilir ve her açıdan eksiksiz olacak bir görünümüdür. Fakat bu noktada analiz çalışmasının iki ayrı parçadan oluştuğu, bu parçaların iki yerde yürütüldüğü, her birine ayrı görevler düşen iki insanı içerdiği bize hatırlatılır. Bir anlığına böylesi temel bir gerçeğin uzun zaman önce belirtilmemiş olması tuhaf gözükür; fakat hemen anlaşılacaktır ki bu hususta gizli kalmış hiçbir şey yoktur, bu evrensel olarak bilinen bir gerçektir ve sanki kendiliğinden anlaşılırdır ve burada yalnızca görünür hâle gelmiş ve özgül bir amaç doğrultusunda ayrıca incelenmiştir. Hepimiz biliyoruz ki analiz edilen kişi kendisi tarafından tecrübe edilen ve bastırılan bir şeyi hatırlamaya teşvik edilmelidir; bu sürecin dinamik belirleyicileri öylesine ilgi çekicidir ki işin analist tarafından gerçekleştirilen göreve denk düşen diğer kısmı arka plana itilir. Analist inceleme altındaki malzemeyi ne tecrübe etmiş ne de bastırmıştır; onun görevi hiçbir şeyi hatırlamak olamaz. Öyle ise onun görevi nedir? Onun görevi unutulanı ardında bıraktığı izlerden çıkarmak ya da daha doğrusu, inşa etmektir. İnşalarını analiz edilen hastaya ileteceği zaman ve bunu yaparken takınacağı tutum ve bunlarla aynı zamanda sunduğu açıklamalar, kendine ve hastaya düşen, analiz işinin iki kısmı arasındaki bağlantıyı oluşturur.
Onun inşa yahut tercih edilecekse, yeniden inşa görevi, büyük oranda bir arkeoloğun tahrip edilmiş ve gömülmüş bir mesken yeri ya da antik yapı benzeri bir yerdeki kazısına benzer. Hakikaten de bu iki süreç, analistin çok daha iyi koşullar altında çalışması ve uğraşmakta olduğu şey ortadan kalkmış değil hâlâ yaşamakta olan bir şey olduğundan ona yardımcı olma görevini üstlenecek daha fazla malzemeye sahip olması dışında – ve belki de bir sebepten daha – birebir aynıdır. Fakat tıpkı arkeoloğun yapının duvarlarını ayakta kalan temellerden inşa etmesi gibi, analist de anı parçalarından, çağrışımlardan ve analiz tâbî öznenin davranışlarından çıkarımları ile aynısını yapar. Her ikisi de geriye kalanları tamamlamak ve bir araya getirmek suretiyle yeniden inşa etmek hususunda su götürmez bir hakka sahiptir. Dahası her ikisi de pek çok zorluğa ve hata kaynağına tâbîdir. Arkeoloğun karşı karşıya kaldığı en hassas problemlerden kötü şöhretli olan birisi bulgularının yaklaşık yaşını tespit etmektir; ve şayet bir nesne belirli bir seviyede ortaya çıkarsa, bu seviyeye ait olup olmadığının ya da bu seviyeye daha sonraki müdahalelerin neticesinde taşınıp taşınmadığının tespitinin yapılması gerekir. Analitik inşaların durumunda buna karşılık gelen kuşkuları hayal etmek kolaydır.
Söylemiş olduğumuz üzere analist, kazılarda muadili bulunamayacak çocukluktan itibaren devam eden tepkilerin tekrarı ve bu tekrarlarla bağlantılı olarak aktarım tarafından gösterilen her türlü şey gibi malzemeler kullanımına açık olduğundan, arkeologdan daha elverişli koşullarda çalışır. Fakat buna ek olarak kazıcının büyük ve önemli parçaları kati suretle, mekanik tahribat, yangın yahut yağma ile kaybedilmiş yerle bir olan nesneler ile uğraştığı akılda bulundurulmalıdır. Sarf edilen çaba hiçbir koşulda bunların keşfi yahut geriye kalanlar ile bir araya getirilmeleri ile sonuçlanamaz. Mümkün olan yegâne yol yeniden inşadır ki bu sebeple sıklıkla yalnızca belirli bir derecede olasılığa erişebilir. Fakat bu, analistin erken tarihini geri kazanmaya çalıştığı psişik nesneden farklıdır.[5] Burada, Pompei’de ya da Tut’ankhamun’un mezarında karşı karşıya kaldığımıza benzer nadir durumlarla düzenli olarak karşılaşırız. Esas olan her şey muhafaza edilmiştir; tamamen unutulmuş gibi görünen şeyler bile bir şekilde ve bir yerlerde mevcuttur ve sadece gömülmüştür ve özne için erişilemez hale getirilmiştir. Hakikaten de bildiğimiz kadarıyla, herhangi bir psişik yapının mutlak bir tahribatın kurbanı olabilip olamayacağından şüphe edilebilir. Gizlenmiş olanı açığa çıkarmakta başarılı olup olmayacağımız yalnızca analitik tekniğe bağlıdır. Analiz işi tarafından keyfi sürülen olağanüstü avantaj karşısında ağır basan yalnızca iki başka şey gerçek vardır; şöyle ki psişik nesneler mukayese edilemeyecek şekilde kazıcının maddî nesnelerinden çok daha karmaşıktır ve bizim bulmayı umduğumuz şey hakkında, onların hassas yapısı hala bir gizem olacak kadar çok şeyi içerdiğinden, yetersiz bilgimiz vardır. Fakat iki çeşit işe dair mukayesemiz bundan daha ileriye gidemez; zira bunlar arasındaki esas fark şudur ki arkeolog için yeniden inşa bir hedef ve gayretlerinin nihayeti iken analist için inşa yalnızca işin başıdır.
II
Ancak, örneğin odaların iç düzeni tertip edilmeden evvel tüm duvarların tamamlanması ve pencerelerin yerleştirilmesi gereken bir ev inşasında olduğu gibi, işin bir sonraki kısmı başlamadan evvel tamamlanması icap eden şey manasında işin başı değildir. Her analist bilir ki analitik tedavide meseleler başka şekilde vuku bulur ve iki türden iş, birisi diğerinden daima biraz ileride olacak ve diğeri de onu takip edecek şekilde, yan yana yürütülür. Analist inşanın bir parçasını bitirir ve bunu analize tâbî olana (analizana, ç.n.) iletir ki üzerinde çalışabilsin; sonrasında üzerine yağan yeni malzemeden bir parça daha inşa eder, onunla aynı şekilde uğraşır ve sonuna dek bu değişip duran tarzda ilerler. Şayet analitik teknik açısından “inşalar” hakkında çok az şey söylendiyse sebebi bunun yerine “yorumlar” ve onların etkileri hakkında konuşulmuş olmasıdır. Fakat bence “inşa” çok daha uygun bir tanımdır. “Yorum” bir çağrışım ya da edim hatası gibi malzemenin yalnızca bir unsuruna uygulanır. Fakat bir kimse analizanın önüne unutmuş olduğu erken tarihinin bir parçasını, örneğin “x. yaşına dek kendini annenin yegâne ve sınır tanımaz sahibi olarak değerlendirdin; sonrasında başka bir bebek geldi ve sana büyük bir hayal kırıklığı getirdi. Annen seni bir süreliğine bıraktı ve sonrasında yeniden belirdiğinde bile kendisini özel olarak sana adamadı. Annene yönelik hislerin ikirciklendi, baban senin için yeni bir önem kazandı…” vb. şeklinde serdiğinde bu bir “inşadır”.
Bu makalede dikkatimiz bilhassa inşalar tarafından icra edilen başlangıç niteliğindeki işe yönelecektir. Ve burada, daha başlangıçta, bu inşalar üzerinde çalışırken neye dayanarak hata yapmadığımız ve tedavinin başarısını doğru olmayan inşaları öne sürerek riske atmadığımıza yönelik bir soru peyda olacaktır. Bu soruya verilebilecek genel bir cevap yokmuş gibi gözükür; ancak bunu tartışmadan önce bile, analitik deneyimin sağladığı bazı teselli edici bilgilere kulak verebiliriz. Zira bu deneyimden öğreniriz ki, bir kereliğine bir hata yapmamız ve hastaya yanlış inşayı muhtemel tarihsel gerçek olarak sunmamız durumunda hiçbir zarar verilmediğini öğreniriz. Hiç şüphesiz bir zaman kaybı işin içerisindedir ve hastaya yanlış kombinasyonlardan başka hiçbir şey sunmayan birisi ne onun üzerinde iyi bir izlenim uyandıracak ne de tedaviyi pek ileriye taşıyabilecektir; lâkin böylesi tek bir hata hiçbir zarar veremez.[6] Böylesi bir durumda vuku bulan şey hastanın söylenmiş olan tarafından hiç etkilenmemişçesine kalması ve ona bir “Evet” ya da “Hayır” ile tepki vermesidir. Bu, muhtemelen tepkisinin ertelendiğinden başka bir anlama gelmeyebilir; fakat başka hiçbir şey gelişmezse bir hata yaptığımız sonucuna varabilir ve hastaya uygun bir fırsatta otoritemizden hiçbir şeyi feda etmeden bunu itiraf edebiliriz. Böylesi bir fırsat bize daha iyi bir inşa ve hatamızı düzeltme olanağı sağlayan yeni bir malzeme açığa çıktığında doğar. Bu yol ile yanlış inşa hiç yapılmamışçasına bırakılır; ve hakikaten de, Polonius’un sözlerini ödünç alarak, yalandan yemimizin gerçeğin sazanını yakaladığı izlenimine kapılırız. Bizim inandığımız ama inanmamamız gereken şeyleri kabul etmeye ikna ederek hastayı telkin ile yanlış yola saptırabileceğimiz tehlikesi kesinlikle aşırı derecede abartılmıştır. Bir analistin, böylesi bir talihsizliğin kendisini ele geçirebilmesi için çok yanlış davranması gerekirdi; her şeyin ötesinde, kendisini hastalarının söyleyeceklerini söylemesine müsaade etmediği için kendisini suçlaması gerekirdi. Hiç övünmeden söyleyebilirim ki “telkinin” böylesi bir istismarı benim uygulamamda hiçbir zaman görülmemiştir.
Hastaya bizim inşalarımızdan birisini sunduğumuzda onun tepkisinden çıkarılabilecek göstergeleri hiç de ihmal etme eğiliminde olmadığımız şimdiye dek söylenmiş olanlarla uyum içerisindedir. Konu ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. Analiz altındaki bir kimseden gelen “Hayır’ı” görünür değerine binaen kabul etmediğimiz doğrudur; fakat onun “Evet’inin” geçişine de müsaade ediyor değiliz. Bizi, onun sözlerini sürekli olarak bir onaya döndürmek ile suçlamanın hiçbir gerekçesi yoktur. Gerçekte meseleler pek de basit değildir ve biz de sonuca varmayı kendimiz için kolaylaştırmakta değiliz.
Hastadan gelecek düz bir “Evet” hiçbir şekilde açık değildir. Pekâlâ kendisine sunulan inşanın doğruluğuna işaret ediyor olabilir; lâkin anlamsız olabilir yahut bir onay çeşitli durumlarda şimdiye dek keşfedilmemiş olan gerçeğin gizliliğini sürdürmek maksadıyla hastanın dirençleri tarafından kullanılabileceğinden “iki yüzlü” olarak betimlenmeyi hak ediyor olabilir. Dolaylı teyitlerce takip edilmediği, hasta “Evet’inden” hemen sonra inşayı tamamlayacak ve genişletecek yeni anılar üretmediği müddetçe “Evet’in” hiçbir değeri yoktur. Yalnızca böylesi bir durumda “Evet’in” tartışılan konu içerisinde tamamen ele aldığını düşünürüz.[7]
Analizdeki bir kimseden gelecek olan “Hayır”, en az bir “Evet” kadar belirsizdir ve hatta daha az değere sahiptir. Bazı nadir durumlarda meşru bir muhalefetin ifadesi olduğu ortaya çıkar. Çok daha sık olarak, öne sürülen inşanın konusu bakımından olabildiği gibi karmaşık analitik durumun herhangi bir başka etkeni tarafından da uyandırılmış olabilecek direnci ifade eder. Bu nedenle bir hastanın “Hayır’ı”, onunla pekâlâ uyumlu olsa da inşanın doğruluğunun kanıtı değildir. Her inşa, unutulmuş olayların yalnızca bir kısmını kapsadığı için tamamlanmamış durumda olduğundan, hastanın kendisine söylenenlere karşı koymadığını lâkin itirazlarını henüz açığa çıkmamış olan kısma dayandırdığını varsaymakta özgürüz. Kural olarak tüm gerçeği öğrenene dek tam onayını vermeyecektir – ki bu tüm gerçek sıklıkla epeyce geniş bir zemini kaplar. Dolayısıyla tamamlanmamışlığa işaret edişi onun “Hayır’ının” tek güvenli yorumudur; inşanın ona her şeyi anlatmadığına şüphe yoktur.
Bu nedenle, hastanın kendisine bir inşa önerildikten sonra doğrudan sarf ettiği sözlerin, haklı olup olmadığımız üzerine çok az kanıt sağladığı görülmektedir. Onaylamanın her açıdan daha güvenilir olan dolaylı yolları çok daha ilgi çekicidir. Bunlardan birisi pek çok insan tarafından (sanki genel bir uzlaşma varmışçasına) oldukça küçük değişiklikler ile kullanılan kelimelerin biçimidir: “Bunu” (ya da “bunun hakkında”) “hiç düşünmemiştim” (ya da “hiç düşünmemiş olmalıyım”).[8] Hiç tereddüt etmeden bu şuna çevrilebilir: “Evet, bu kez haklısın – bilinçdışım hakkında.” Ne yazık ki analist tarafından oldukça hoş karşılanan bu formül, onun kulaklarına daha sık olarak geniş çaplı bir inşa üretişinden sonra değil de tekil yorumlarının ardından ulaşır. Eşit derecede kıymetli bir onay, hasta inşanın içeriğine yakın ya da benzer içerikteki bir çağrışım ile cevap verdiğinde ima edilir (bu kez olumlu bir şekilde ifade edilir). Buna bir analizden (bulması kolay ama açıklaması uzun sürecek) bir örnek vermek yerine analitik-olmayan, benzeri bir durumu neredeyse komik bir etki üretecek şekilde temsil eden bir tecrübenin kısa bir açıklamasını sunmayı tercih ediyorum. Bu, – uzun zaman önce – beni tıbbî uygulamasında danışmanı olarak seçen meslektaşlarımdan birisi ile ilgiliydi. Ancak bir gün kendisine problemler çıkaran karısını beni görmeye getirdi. Kadın onunla cinsel ilişkiye girmeyi her türlü bahane ile reddetmişti ve arkadaşımın benden beklediği kadının önüne bu mahzurlu davranışlarının sonuçlarını sermemdi. Konuya girdim ve kadına bu reddiyesinin muhtemelen kocasının sağlığı üzerinde talihsiz sonuçları olacağını yahut onu evliliklerini sona erdirecek ayartılmalara açık hâle getireceğini açıkladım. Bu noktada arkadaşım şunu söyleyerek araya girdi: “Serebral tümörden mustarip olduğu tanısını koyduğunuz İngiliz de ölmüştü.” İlk bakışta söylediği anlaşılabilir değildi; cümledeki “de bağlacı” bir gizemdi zira biz ölmüş birisinden konuşuyor değildik. Fakat kısa zaman sonra anladım. Adam açıkça benim söylüyor olduğum şeyi onaylama niyetindeydi; şunu kastediyordu: “Evet, kesinlikle haklısın. Diğer hastanın durumunda da koyduğun tanının doğru olduğu ortaya çıkmıştı.” Bu, çağrışımlardan elde ettiğimiz dolaylı onaylara tam olarak paraleldi. Meslektaşım tarafından başka bir yana yerleştirilen ve vurgusunu belirlemekte pay sahibi olan başka düşüncelerin de olduğunu inkâr etmeye girişmeyeceğim.
Çağrışımlardan elde edilen, inşanın içeriğine uyan dolaylı onaylar – benim öykümdeki “de bağlacında” olduğu gibi – inşanın analiz sürecinde onaylanıp onaylanmayacağının hükmünün verilmesi için kıymetli bir temel sağlarlar. Bir edim hatası aracılığıyla bu türden bir onayın kendisini doğrudan bir inkâr olarak ima etmesi özellikle çarpıcıdır. Bir keresinde başka bir yerde bunun güzel bir örneğini yayınlamıştım.[9] “Jauner” (Viyana’da yaygın bir isimdir) ismi bir hastamın rüyalarında, çağrışımlarında yeterince açıklama olmadan, tekrar tekrar belirmekteydi. Nihayet “Jauner” dediğinde muhtemelen “Gauner’i” (İng. Swindler; Tür. Dolandırıcı, ç.n.) kastettiği şeklindeki yorumumu öne sürmüştüm. Bunun üzerine hemen cevap verdi: “Bu bana çok “jewagt” [zoraki (İng. far-fetched) anlamına gelen “gewagt’in” aksine] geldi.”[10] Yahut bir başka örnek şöyledir: Bir hastanın belirli bir ücreti çok yüksek bulduğunu öne sürdüğümde, “On dolar benim için hiçbir şey ifade etmiyor” sözleriyle bunu reddetmek istemişti ancak dolar yerine daha düşük bir değere sahip olan madenî paraları koymuş ve “on şilin” demişti.
Şayet analiz olumsuz terapötik tepkileri dayatan suçluluk duygusu[11], acı çekmeye dair mazoşistik ihtiyaç ya da analistten gelecek yardıma isteksizlik gibi güçlü etkenlerce ele geçirilmiş ise hastanın kendisine bir inşa teklif edildikten sonraki davranışı bizim için aradığımız şey hususunda karar kılmayı oldukça kolaylaştırır. Şayet inşa yanlış ise hastada hiçbir değişiklik olmayacaktır; ama şayet doğruysa ya da gerçeğe yakın bir şey sunuyorsa, hasta buna şaşmaz bir biçimde belirtilerinin ve genel durumunun ağırlaşması ile tepki verecektir.
Meseleyi analiz edilenlerin inşalarımıza karşı sergiledikleri tavrın önemini ihmal ettiğimiz ya da hafife aldığımız suçlamasının hiçbir gerekçesi olmadığını ileri sürerek özetleyebiliriz. Onlara dikkatimizi veriyor ve sıklıkla onlardan kıymetli bilgiler ediniyoruz. Lâkin hastadan gelen bu tepkiler nadiren açıktır ve nihaî hüküm için hiçbir imkân vermezler. Yalnızca analizin ileriki süreçleri bizi inşalarımızın doğru ya da işe yaramaz olduğuna hükmetmeye muktedir kılar. Bireysel bir inşa, incelenmeyi, onaylanmayı ya da reddedilmeyi bekleyen bir varsayımdan fazla bir şeymiş gibi davranmıyoruz. Bunun için herhangi bir otorite talep etmiyoruz, ne hasta ile doğrudan bir anlaşmayı gereksiniyoruz ne de başlangıçta inşayı reddederse onunla tartışıyoruz. Kısacası, Nestroy’un kara komedilerinden birindekine benzer bir model ile[12] – dudaklarında her soru ya da itiraz için aynı cevap bulunan uşak – kendimizi yönetiyoruz: “Gelecek gelişmeler süresince her şey açığa kavuşacak.”
III
Bunun analizde nasıl vuku bulduğu – bizim varsayımımızın hastanın görüşüne dönüşme yolu – tarif etmeye pek değmez. Tüm bunlar her analiste gündelik tecrübesinden tanıdıktır ve kolaylıkla anlaşılır. Yalnızca bir nokta araştırmayı ve açıklanmayı gereksinir. Analistin inşası ile başlayan yol, hastanın hatırlaması ile bitmelidir; fakat bu her zaman çok ileriye gitmez. Oldukça sık olarak hastanın bastırdığı şeyi hatırlamasını başaramayız. Bunun yerine, şayet analiz gereğince idare edilirse onda yeniden kazanılan anı ile aynı terapötik etkiyi elde edecek olan inşanın gerçekliğine dair şüphe götürmez bir inancı üretiriz. Bunun hangi koşullarda vuku bulduğu problemi ve bir ikamenin tamamlanmamış olmasına rağmen eksiksiz bir sonucu nasıl ürettiği – tüm bunlar daha sonraki bir soruşturmanın meselesidir.
Bu kısa makaleyi daha geniş bir perspektifi açacak olan birkaç yorum ile sonlandıracağım. Bazı analizlerde açık şekilde uygun inşaların iletimi hastalarda şaşırtıcı ve ilk bakışta anlaşılamaz bir fenomeni uyandırdı. Bunlar üzerine – kendilerinin “aşırı-açık”[13] şeklinde betimlediği – çok canlı anımsamalar yaşadılar fakat hatırladıkları olay inşanın konusu olan olaya değil, bu konuya ilişkin bir detaya dairdi. Örneğin, inşalara dahil olan insanların yüzlerini ya da birtakım şeylerin yaşanmış olabileceği odaları ya da dahası bu odalardaki mobilyaları anormal bir netlikte anımsıyorlardı – bu konuda hâliyle inşa hiçbir bilgiye sahip değildi. Bu, inşanın ortaya koyulmasından hemen sonra gelen rüyalarda ve uyanık hâllere benzeyen düşlemlerde vuku buluyordu. Bu anımsamaların kendisi daha fazla hiçbir şeye yol açmadı ve onları bir uzlaşmanın[14] ürünü olarak değerlendirmek makuldü. Bastırılanın “yukarıya-doğru-dürtüsü”[15], inşanın öne sürülüşünden kaynaklanan aktivite ile karışarak önemli anı-izlerini bilince taşımaya uğraşır; fakat direnç bu hareketi durdurmakta başarılı olmasa da onu daha az öneme sahip olan yakın nesneler ile yerini değiştirmekte başarılı olur.
Şayet gerçek mevcudiyetlerine yönelik bir inanç açıklıklarına eklenecek olsaydı bu anımsamalar halüsinasyonlar olarak tarif edilebilirdi. Bu analojinin gerçek önemi benim gerçek halüsinasyonların bazen kati suretle psikotik olmayan hastalarda ortaya çıktığını fark etmem ile çok daha artar. Düşüncem şu şekilde ilerler: Belki de halüsinasyonların genel karakteristiği, onlarda çocuklukta tecrübe edilmiş olan ve şimdiye dek gereken dikkatin verilmediği ve şimdi geriye dönen unutulan bir şeyin varlığıdır – çocuğun güçlükle konuşabildiği vakitlerde duyduğu ya da gördüğü ve şimdi bilince çıkış yolunu zorlayan, muhtemelen saptırılmış ve onun dönüşüne karşıt olan güçlerce yeri değiştirilmiş bir şey. Ve halüsinasyonlar ile belirli psikoz biçimleri arasındaki yakın ilişki göz önüne alındığında, düşünce çizgimiz daha da ileri götürülebilir. Bu halüsinasyonların sıklıkla birleştiği sanrıların kendisi, genellikle sandığımızın aksine, bilinçdışının yukarıya-doğru-dürtüsünden ve bastırılanın geriye dönüşünden daha az bağımsızdır. Sanrıların mekanizmasında bir kural olarak iki etkeni vurgularız: bir yandan gerçek dünyadan ve onun güdüleyici güçlerinden yüz çevirmek ve de diğer yandan arzu-gerçekleştiriminin sanrının içeriği üzerine uyguladığı etki. Lâkin gerçeklikten yüz çevirmenin dinamik süreci bastırılanın yukarıya-doğru-dürtüsü tarafından içeriğini bilince dayatmak maksadıyla sömürülmüşken dirençler bu süreç ile karışmış ve arzu-gerçekleştirimi eğilimi anımsananın saptırılması ve yer değiştiriminden sorumlu değil midir? Nihayetinde bu, sezginin çok eski zamanlardan beri delilikle özdeşleştirdiği rüyaların tanıdık mekanizmasıdır.
Sanrılar üzerine bu görüş bence tamamıyla yeni değildir ama sıklıkla ön plana getirilmeyen bir noktayı vurgular. Bunun özü, şairin çoktan algıladığı üzere şudur ki, delilikte yalnızca yöntem yoktur, ayrıca tarihsel gerçeklikten bir parça da vardır; ve zorlantılı, kendilerine bir inancın bağlı olduğu sanrıların güçlerini bilhassa bu türden çocukluk kaynaklarından aldıklarını varsaymak makuldür. Bugün bu teoriyi desteklemek için üretebildiğim şeyler yeni izlenimler değil yalnızca anılardır. Muhtemelen mevzubahis hastalığı burada öne sürülen hipotezlere dayanarak incelemeye ve yine bu yoldan tedavi etmeye girişmek değerli olacaktır. Hastayı sanrısının hatasına ve gerçeklik ile çelişkisine ikna etmenin nafile çabası bırakılmış olacaktır; ve aksine onun hakikatinin çekirdeğinin tanınması, terapötik çalışmanın üzerinde gelişebileceği ortak bir zemin oluşturacaktır. Bu çalışma tarihsel gerçekliğin bir parçasını sapmalardan ve bugüne bağlarından azat edecek ve onu geçmişte ait olduğu yere yönlendirecektir. Unutulan geçmişe ait bir malzemeyi şimdiki zamana ya da bir gelecek beklentisine dönüştürmek nevrotiklerde en az psikotiklerdeki kadar alışılmış bir durumdur. Yeterince sık olarak kaygı-hâli tarafından yönlendirilen bir nevrotik fena bir olayın beklentisi içerisindeyken, esasında yalnızca bir zamanlar hakikaten de korkutucu bir olayın (bilince girmeye çalışan ama bilinçli olamayan bir olayın) bastırılmış hatırasının tesiri altındadır. Terapötik başarıya yol açmasa bile psikotikler üzerine bu tür çalışmalardan çok değerli bilgiler edinmemiz gerektiğine inanıyorum.
Burada yaptığım gibi, oldukça önemli bir konuyu yalnızca üstünkörü bir şekilde ele almanın çok az yardımı dokunduğunun farkındayım. Fakat yine de bir analojinin ayartmasına direnemedim. Hastaların sanrıları bana bizim analitik tedavi süresince öne sürdüğümüz inşaların muadilleri gibi gelir – açıklama ve iyileştirme girişimlerinin, psikozun koşulları altında, şu anda reddedilen gerçeklik parçasının, uzak geçmişte çoktan reddedilmiş (Alm. verleugnet, ç.n.)[16] olan başka bir parçayla değiştirilmesinden daha fazlasını yapamayacağı doğrudur. Her bireysel araştırmada şu anda reddedilmiş olan malzeme ile esas bastırma[17] arasındaki yakın ilişkileri açığa çıkarmak bizim görevimiz olacaktır. Nasıl ki bizim inşamız yalnızca kayıp tecrübenin bir parçasını geri kazandığı için etkili ise sanrı da ikna edici kuvvetini reddedilen gerçeklik yerine yerleştirdiği tarihsel gerçekliğe borçludur. Bu şekilde, esasen yalnızca histeri için ileri sürdüğüm bir önerme sanrılara da uygulanmış olur – yani, histeriklerin kendi anı izlerinden mustarip olduğu önermesi.[18] Bu kısa formül ile hiçbir zaman hastalığın nedeninin karmaşıklığını tartışmayı ya da pek çok etkenin işleyişini dışlamayı amaçlamadım.
Şayet insanlığı bir bütün olarak düşünecek ve onu tek bir kişi değiştirecek olursak, onun da mantıksal eleştiri için erişilemez olan ve gerçeklik ile çelişen sanrılar geliştirdiğini keşfederiz. Şayet, buna rağmen, insanlar üzerinde olağanüstü bir güce sahipseler araştırmamız bizi tek bir kişideki ile aynı açıklamaya yönlendirir. Güçlerini unutulanın bastırılması ve ilkel geçmişten aldıkları tarihsel gerçeklik unsuruna borçludurlar[19].
Çeviride Standard Edition’ın XXIII. Cilt’inin 1964 tarihli baskısı esas alınmıştır. Köşeli parantez içerisindeki dipnotlar S.E. editörlerine, sonlarında “ç.n.” ibaresi bulunan dipnotlar ise bana aittir.
Çeviren: İbrahim Şahin Ateş
[1] [Esas metinde İngilizcedir.] Söyleyen kişinin “her durumda kazançlı çıkacağını” ima eden bu atasözünün tam karşılığı “Yazı gelirse ben kazanıyorum, tura gelirse sen kaybediyorsun” şeklindedir, ç.n.
[2][Bu Freud’un “İnkâr” (1925h) üzerine makalesindeki tartışmaları da kapsar, Standard Ed., 19, 235 ve 239. Ayrıca krş. “Dora” analizinin ilk bölümünden bir paragraf (1905e), Standard Ed., 7, 57 ve aynı paragrafa 1923’te eklenen bir dipnot; ayrıca “Sıçan Adam” (1909d) analizinin 1. Bölüm (D)’ünden bir dipnot, Standard Ed., 10, 183.]
[3] Bu iki Almanca kelimenin esasını parantezler içerisinde vermemin sebebi, Freud’un düşünceler ve duyguların “farklı süreçlere” tâbî olduğu düşüncesinin başka bir dilde rahatlıkla sezilemeyecek kanıtlarını okuyucuya sunmaktı. Örneğin “Fetişizm” (1927) başlıklı makalesinde Freud düşüncelerin “Verleugnung”, duyguların ise “Verdrangung’a” tâbî olduğunu söyler. Bu ikincisi Standard Edition’da “yadsımaya” karşılık gelecek şekilde çevrilir. “Bilinçdışı” (1915) başlıklı makalesinin “Bilinçdışı Duygular” başlıklı 3. Bölüm’ünde ise duyguların “bastırmaya” tâbî olmadığını belirtir lâkin bu makalede duygu için kullandığı kelime “gefühle” iken burada benim “duygulanım” olarak karşıladığım Almanca kelime “affekt’tir”. Fakat belirtilmeden geçilmemelidir ki Freud 1915’teki mevzubahis makalenin işaret edilen bölümünün üçüncü paragrafının ilk cümlesinde empfindungen, gefühlen ve affekten için bunlar bir ve aynı şeylermişçesine konuşur. Bu durumun Psikanalize Giriş Konferansları’nın “Kaygı” başlıklı 26. Konferans’ı ile karşılaştırılması gerektiğine inanıyorum. Zira bu konferansın giriş paragraflarında Freud kaygıyı “affekt” olarak ele alarak onu diğer “duygulardan” ayırdığını açıkça ima eder. Son olarak mevcut makalede benim “alıkonulmuş” şeklinde karşıladığım ikinci sözcüğün İngilizce karşılığı “suppression’dır”. “Repression’dan” farkı, “bir son verme” niyeti taşıması olarak kabul edilebilir olsa da buradaki tartışmanın bu ayrımı vurgulamak ile sona erdirilemeyeceği açıktır, ç.n.
[4] Alm. Affektbeziehungen, İng. emotional connections, ç.n.
[5] Bu cümlenin İngilizcesi şöyledir: “But it is different with the psychical object whose early history the analyst is seeking to recover” ve Almancası da şudur: “Anders ist es mit dem psychischen Objekt, dessen Vorgeschichte der Analytiker erheben will” (G.W. 16: 46). Öncelikle İngilizceye “early history” şeklinde çevrilen kelime Vorgeschichte’dir ki tam karşılığı “erken tarih” değil “tarihöncesi”dir; “tarihöncesi” Freud tarafından mevzubahis tecrübenin “eskiliğini” vurgulamak için kullanılan bir mübalağa olmanın ötesindedir, bir kavram muamelesi görmelidir. İkinci olarak İngilizceye “recover” şeklinde çevrilen kelimenin Almanca aslı “erheben”dir ki bu kelime de “kaldırmak, yükseltmek” gibi anlamlara tekabül eder. Bu anlamların işaret ettiği libidinal devrimci imaları özel olarak tartışmak gerektiğine inanıyorum. Çevirimde esas aldığım İngilizce çeviriye bağlı kaldım ama okuyucu bahsi geçen durumların ayırdında olmalıdır, ç.n.
[6] [Böylesi doğru olmayan bir inşadan “Kurt Adam” vaka öyküsünün III. Bölüm’ünün başında bahsedilir (1918b), Standard Ed., 17, 19.]
[7] [Krş. “Remarks on the Theory and Practise of Dream-Interpretation” (1923c)’nin VII. Kısmı’ndan bir paragraf, Standard Ed., 19, 115.]
[8] [Neredeyse aynı ifadeler “İnkâr” (1925h) üzerine makalenin sonunda bulunur, Standard Ed., 19, 239.]
[9] [Sıradaki dipnota bakınız.]
[10] [Günlük Yaşamın Psikopatolojisi’nin V. Bölüm’ü, Standard Ed., 6, 94. Halka özgü konuşmada “g” harfi sıklıkla Almancadaki “j” harfi gibi telaffuz edilir (İngilizcede “y”).]
[11] [Krş. Ego ve İd’in V. Bölüm’ü, Standard Ed., 19, 49.]
[12] [Der Zerrissene]
[13] [Burada betimlenen fenomen Freud tarafından Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901b)’nde yapılan gözlemler ile ilişkili olacak şekilde geçmişe uzanır. Standard Ed., 4, 13’teki uzun dipnota bakınız. Mevcut paragraf belki de şurada bahsi geçen belirli bir bölüme ima olabilir, Standard Ed., 266-67. Krş. Ayrıca erken makaleler “The Psychical Mechanism of Forgetfulness” (1898b), Standard Ed., 3, 290-1 ve 297, ve “Screen Memories” (1899a), Standard Ed., 3, 312-13. Tüm bu paragraflarda Freud burada “ultra-clear” (Tur. “aşırı-açık”, ç.n.) şeklinde karşılanan aynı kelimeyi, “überdeutlich”, kullanır.]
[14] Belirtilerin oluşumunda “uzlaşının/tavizin” rolü için Psikanalize Giriş Konferansları’nın “Nevrozların Genel Kuramı” başlıklı III. Bölüm’ü ile karşılaştırınız, ç.n.
[15] Alm. Der Auftrieb, ç.n.
[16] Krş. 3 numaralı dipnot, ç.n.
[17] Burada İngilizceye “original repression” olarak çevrilen ifadeyi “esas bastırma” olarak çevirdim; burada Freud tarafından kullanılan ifade okuyucu tarafından zannedilebileceği gibi Urverdrängung değil “der damaligen Verdrängung’tur”, ç.n.
[18] [Krş. Breuer ve Freud, “Ön Bildiri” (1893a), Standard Ed., 2, 7.]
[19] [Son birkaç paragrafın konusu (“tarihsel gerçeklik”) bu dönemde sıklıkla Freud’un aklındadır ve bu onun bu husustaki ilk uzun tartışmasıdır. Diğer göndermelerin tam listesi Musa ve Tektanrıcılık’ın (1939a) aynı soruyu ele alan ilgili Kısmı’ndaki bir dipnotta mevcuttur.]
can i buy priligy in usa Piezo1 О”EC mice showed a tendency to decreased pericyte density in skeletal muscle Supplemental Figure 6B and significantly decreased pericyte to fiber ratio Supplemental Figure 6C