Metin

Aktarım Üzerine – Tarık Cemre Ağsar

Psikanaliz, başlangıcından itibaren günümüze dek genişleyen bir alan olmuştur. Gelişmek kelimesinin olumsuz anlamlarından kaçınmak için tercih ettiğim genişlemek teriminin sebebini teori ve pratik üzerinden duyabiliriz. Kuramın tarihsel bir ilerleyişinden yahut tekniklerinden ziyade terapötik çerçevenin tanımını ve bu çerçevenin farklılaştığı çalışmalara bakacağız. Freud’un (1998) “Açıkça söylemem gerekirse, bu çözümlemeden yeni olan, daha ileri bir yaşta çözümlenmiş olan diğer hastalardan öğrendiklerimin (gerçi sıklıkla daha az belirli ve daha dolaylı) dışında olan hiçbir şey öğrenmedim.” alıntısını düşündüğümüzde, yukarıda dile getirdiğimiz farklı çalışmaların yani yetişkin analizi ve çocuk analizinin farklılığına dair bir ayrım olmadığını düşündürtecektir. Ancak pasajın hemen devamında diğer hastaların nevrozlarının kökeninin benzer olsa da sürecin farklılaştığından bahseder.

Bizler Yetişkin yahut Çocuk- Ergen analizi şeklinde ayırmanın ne kadar doğru olduğunu ve gerekliliğine dair bir tartışma yürütmektense halihazırda çalışılan bu alanın farklılaşan terapötik çerçevesine ve dinamiklerini ele alacağız. Terapötik çerçeve için Kayaalp kısaca şu başlıklar altında özetliyor (2003):

“Zaman: Uygulama “seans” adı verilen süresi sabit zaman dilimleri içinde gerçekleştirilir. Süre genellikle analistin ait olduğu geleneğe göre 45 veya 50 dakikadır. Lacan’ın önerdiği, süresi değişebilen seanslar anlayışı ve analistin seansı, süre dolmadan kendince anlamlı bir anda kesmesi yöntemi olarak “kesme” (scansion) uygulaması geleneğe uygun bulunmamış ve Lacancı çevrelerin bir bölümü dışında kabul görmemiştir. Seansların sabit bir sıklığı vardır. Freud’un uygulamalarında haftada 6 seans olarak gerçekleşen bu sıklık günümüzde haftada 5 ya da 4, kimi durumlarda da 3 seans olarak uygulanmaktadır.

Divan: Analizan divanda yatar, analistin yüzünü görmez ve sadece konuşur. Geliş ve gidişlerdeki el sıkışma dışında analist ile analizan arasında bedensel temas yoktur.

Tarafsızlık: Analist her anlamda tarafsız bir tutum sergiler. Öncelikle analizanın aktarımı karşısında tarafsızdır; hiçbir biçimde doyuma izin vermez. Analizanın ahlaki, toplumsal ve dini değerleri karşısında tarafsızdır; yargılamaz, onaylamaz, öğüt vermez. Analizanın söylemi karşısında tarafsızdır, görüş bildirmez. Analizanın yakınlarıyla görüşmez.

Ücret: Analizan her seans için önceden belirlenmiş bir ücret öder.”

Yetişkin için bir kaide durumuna gelen bu çerçeve, çocuk için eğrilip, bükülüyor. Analist ve analizanın arasına giren üçüncü bir mecra (Kayaalp, 2003) yani anne-baba, çocuk için söz hakkına sahiptir ve yetişkin analizinden farklı olarak çocuk, analiz için ebeveynlerine tabiidir. Seans için belirlenen ücret çocuk ile değil ebeveynler ile konuşulur ve kararlaştıran ödemeyi çocuk değil aile yapar. Bu çerçeveye alternatif bir çözüm olarak Dolto (2003) simgesel ödemeyi öneriyor. Çocuğun kendisine ait olmayan bir parayı ebeveyninden alıp analistine vermesindense onun için bir anlamı olan nesneyi taktim etmesini kabul görüyor. Ve bunun faydalı bir yönüne işaret ediyor: getirilen nesneyi analize tabii tutmak. Seansın yapıldığı ortam içinse A. Freud ve M. Klein başlarda çocuğun evinde yaptıklarını ancak daha sonra üçüncü bir mecra sebebiyetiyle ve mabet statüsünde olan bu konumun, analiz için, dizayn edilmiş ortama taşınması konusunda hem fikir oldular (Geissmann, 2020). Tarafsızlık ilkesi ise varlığını korumuş hem yetişkin hem çocuk için esnetilmez bir kaide olarak kalmıştır. Ancak bir farklılık var ki A. Freud çocuk analizi için eğitimin yerini düşünmüş ve bilinçdışı süreçleri göz ardı etmeyi ya da elzem bir konu olarak ele almamayı önermiştir. Lakin bu itiraz çok geçmeden Klein cephesinden sert itiraz almış ve dolaylı yoldan S. Freud’un yukarıda yaptığımız pasajına gönderme yapılmıştır (Geissmann, 2020). Giriş kısmının bu denli suyun suyu minvalinde olması; bu bağlamın genişliğinden ve literatür olarak epey zenginliğinden kaynaklanmaktır. Bizler için mühim olan mesele: aktarım, karşı-aktarım gibi kritik lakin elzem olan konular olacaktır. Vakit ve yazının sınırlığına dair ekonomik kaygılarımız bizlere denizde yüzmektense kıyısında oynuyormuş hissi uyandırmasın, eğer yazabiliyorsak bunun sebebi yüzmeyi okyanusta öğrenmiş olmamızdır.

I

Histeri Üzerine Çalışmalar adlı eserin çevirmeni Emre Kapkın şöyle bir dipnot düşer: “Freud, Jones’a Breuer’in hastasına geliştirdiği karşı aktarımdan ve hastanın aktarım belirtileri karşısında duyduğu rahatsızlıktan söz eder. Elinizdeki kitabın son bölümünde Freud aktarım konusuna girdiği halde Breuer bu konuda suçluluk duymaktan vazgeçmemiş olsa gerek” (Freud, Breuer 2001). Freud’un ön gördüğü ve bir çalışma metodu olarak ele aldığı aktarım, analizan ve analist arasında kurulan ilişkinin gösterenidir. Ve çalışılabilir. Bitmez tükenmez olarak bahsettiği aktarımın nasıl zorunlu olarak ortaya çıktığı ve sağaltım hususunda oynadığı yolu 17 yıl sonra tekrar ele alacaktır (Freud, 2020).  Freud için aktarım kaçınılması gereken yahut negatif bir durummuş gibi düşünülen bir durumun aksine zorunluluğu süreç için elzem bir rol oynar. Ancak süreç için belirginleştiği noktada analistin bu durumu farklı bir şey olarak yorumlaması analizan için tekrar alanı açacaktır. Aynı imgenin -ki bu aynılık tekrar sayesinde belirir- keyfiyeti rahatsız edildiği taktirde aktarımın sağaltımda oynadığı rol vuku bulur (Freud, 2020).  Histeri Üzerine Çalışmalar eserinde bir olgudan bahseder: Bir kadın, konuşmakta olduğu adamın küstahça egemenliği ele alıp kendisini öpmesi arzusunu dile getirir, bir başka seansta ise benzer arzuları Freud’a besler. Ve bu çağrışımın (benzer arzunun uyanması) ortaya çıkması olasıdır çünkü halihazırda hep vardır. Ancak bu Freud’a yönelik değildir, hastanın meşru bir ilgi duyduğu analistine; bağlanma sonucu uyanmıştır (Freud, Breuer, 2001). Bu hudut bizi bir yerde engel olmaz aksine analizin yahut psikoterapinin bir işlevselliğinden bahseder: hastanın, doktorun kişiliğine karşı özel bir ilgi besliyor oluşu. Bu soyut ilişkinin çıktısı ise nesnel bir düzelmedir (Freud, 2016). Bu durum güvene dayalı bir ilişkinin ötesinde farklı bir yerde konumlanır. Hasta orada sağaltım için var olduğu taktirde karşısındaki hekimdir, bu sağaltım yalnızca hekim tarafından gelmez; yukarıda bahsettiğimiz nesnel bir düzelme ancak hastanın analize olan yükümlülüğünü yerine getirdiği taktirde gerçekleşecektir. Peki bu görünüm yukarıda verdiğimiz örnek gibi her defasında apaçık mıdır? Tükel’e göre (2008),

“Analizan, çatışmalarının doğası nedeniyle, analisti hakkında hiçbir duygu ya da düşünceye sahip değilmiş gibi görünebilir; analistine yönelik duygu ya da düşüncelerini inkâr edebilir, görmezden gelebilir ya da bunlara karşı kendini savunabilir. Ancak, tüm bunlar aldatıcıdır. Analist ile ilişkide ortaya çıkan ilgisizlik, bilinç düzeyinde duygunun yokluğu, şüphecilik, zıtlaşma, kendini çekme aktarımın birer görünümü̈ olarak alınır.”

Böyle bir durum karşısında aktarımın diğer ilişkilerden ayrıldığı yer: dinamiğinde değil, analistin, aktarıma olan tutumu ve çalışmasındadır (Tükel, 2008). Freud, aktarım olgularını ele alırken bastırmakta ısrar eden benden gelen direncin işlevinden bahseder. Ve yukarıda aynı imgenin etrafında dönmek olarak tabir ettiğim durumu ise haz ilkesinin ben ile olan ilişkisinde arar (Freud, 2011). Burada düştüğü uyarı ise yeni bir dürtü arayışı değildir, halihazırda mevcut olan aktarımın direnç konumudur.

II

Analistin işlevselliği analizanı duyması yahut yorum yapması ile sınırlı değildir. Aktarımın, analistin bilinçdışısında uyandırdıklarını gözetip aynı şekilde kendisini gözlemlemelidir (Wegner, 2015). Karşı aktarım (Countertransference), “Terapistin kendi bilinçsiz ihtiyaçlarını ve çatışmalarını hastasına aktarması, yansıtması” (Budak, 2009) şeklinde sözlükvari bir açılım yaparsak birçok şey eksik kalacaktır. Küey’in (2008) “Psikanalist yalnızca alıcıdır ve aldığını mı yansıtır, yoksa o da bir başrol oyuncusu olarak analizan ile tek bir ortak senaryoyu mu örmek üzere yola koyulur?” sorusu eksik olana örnek olarak düşünülebilir. Freud’un yorumu ardıl olarak birbirini takip eder, karşı aktarım üstesinden gelinmesi gereken bir durumdur. Çünkü analist orada bir ayna vazifesi görmelidir (Freud, 2020b). Wegner’in kendisini gözlemlemelidir yorumunu buradan duyabiliriz, peki ama bu durum sağaltım için bir araç olabilir mi? Bu sebeplen Küey (2008) 3 gruba ayırıyor: Freud’un düşüncesinde Karşı Aktarım, 1950’lerden Sonra Karşı Aktarım Kavramı, Günümüz Kuramcıları ve Karşı Aktarım Kavramında Değişim’i şeklinde. Freud için karşı aktarımın vaziyetini yukarıda ele aldık. Freud sonrası iki ayrım mevcut ve ilki üstesinden gelinmesi gereken durum olarak görenler diğerleri ise tıpkı aktarım gibi karşı aktarımın ruhsal aygıtın sağaltımına etkisi olabileceğini düşünenler (Küey, 2008). Peki analiz sürecine yalnızca analizanın mı bilinçdışısı dahil olur? Yani bu süreç tek kişilik bir bilet midir? Aksine analizan gibi analistinde bilinçdışısı bu sürece dahildir (Parman, 2008). Bu ilişkilinin bir yüzü daha vardır o da yukarıda ele aldığımız çerçevenin diğer değişkenleridir. Her şeyden önce analizan bir ücret karşılığı oradadır ve bu simetrik bir ortamın kesildiği en belirgin noktadır. Karşı aktarımın mevcudiyetinin nasıl farkında olabiliriz? Analist için seans odasında gerçekleşen tüm ilişki analizanın aktarımından kaynaklı analist için uyarılmış bilinçdışı mıdır? Parman’ın yaptığı alıntı yerinde ve manidar (2008);

“Freud şaşmaz önsezi ile psikanalitik tekniğinin karşı aktarımını anlaşılmasına ne denli bağlı olduğunu ve bunun da psikanalizin geleceğini belirleyen unsurlardan biri olduğunu görmüştür. Bu konuda meslektaşlarını da uyarmış ve karşı aktarımın ancak analistin de analizinden geçmesi ve hatta tüm yaşamı boyunca oto-analitik bir uğraş içinde olması gerektiğini onlara kabul ettirmiştir.”

Bu farkında olma durumu demek ki her şeyden evvel ilkin analistin kendi analiz sürecinden geçmesiyle beliriyor. Ve bu süreç oto-analiz ile devam ediyor. Analistin yalnızca ayna konumunda olması bir mantık durumu peyda ediyor. Şöyle ki zaman mefhumu burada görece olarak yalnızca şimdinin değil aynı zamanda geçmişin alanına giriyor (Parman, 2008). Analizanın günceli yaşıyor ve anlattıklarının güncel olduğu varsayarsak. Güncel olup olmadığını ise analizan analiz süreci sayesinde yetkin bir konuma geçebiliyor. “Neyi söylediğini değil ama neyi söylediğini  -yani söylediğinin neyi gösterdiğini- bilmemek öznenin yetersizliğinden değil, daha çok  yapısal oluşumundan kaynaklanır” (Soysal, 2008). Analizin bir yapı inşa ettiğini söyleyebilir miyiz? Bu soruya başka bir çalışmada cevap arayacağız.

Sonsöz

Derleyip aktardığımız görüşleri ve yorumları bitirmeden, okumama bir düğüm atıp, sizlere sunmak istedim. Başlamadan evvel Lacan (2019)’dan bir es vermek isterim, “Öteki olmak için kendini Öteki bilmeye gerek yoktur.” Analizin analiz serüveni yalnızca diyalogla ilerlemez; bakış en başından beri dahildir. Analizan uzandığı divanda boş bir duvarı yahut bir pencereyi seyre dalsa da analistin bakışı üzerindedir. Bakış ile sesin keşişimi sayesinde bizler bilinçdışının varlığından haberdar olur ve semptomu çözümleyebiliriz. Lakin şöyle bir handikap var o da diğer çalışmalardan ayrıldığı en keskin yol ayrımıdır: semptoma göre analiz değil yalnızca analiz. Analiz, ilk görüşmeyle başladığını düşünmek büyük yanılgıya sebebiyet olur, analizan evvelinde sizi arayıp, aramamak konusunda bir çatışma vermiş ve sonucuna göre hareket etmiştir. Aktarım, karşı aktarımdan evvel vardır öyleyse.

Karşı aktarımın, analistin analizanı anlamak ve onunla aynı şeyleri yaşamak gibi bir arzudan doğduğu yanılgısını yukarıda izah ettik. Analist kendi analiz sürecinin eksikliğinden bu aktarımın dokunuşuna maruz kalır ancak bu bir felaket değildir; en azından Freud sonrası fikir ayrılıkları yaşanmış ve bir teknik olarak kullanılmış. Ney felaket olurdu? Analistin karşı aktarımından haberdar olmaması. Yalnızca psikanaliz için değil tüm psikoterapi ekolleri için geçerli bir görüştür, terapinin nahoş bir çekiciliği vardır, çünkü analizan/danışan/hasta size bir şeyler vermeye gelmiştir. Verdikleri özneldir ve farkında değildir, Soysal’dan yaptığımız alıntı doğrultusunda bunu düşünebiliriz. Peki verdikleri karşısında bizden ne beklemektedir? Anlaşılmak, sağaltım gerçekleştirmek ya da sadece konuşuyor mu olmak isterler? Belki yalnızca söylediklerinin gerçi dönüp çarpmasını değil, söylediklerinin delip geçmesini. Bunları duyabilmek için Freud aktarım ve karşı aktarım kavramlarını analizanın bilinçdışısından alıp yazıya dökmüştür. Freud bir kaşiftir ancak malzemesini her zaman hastaları getirmiştir. Bazen hastanın sizden daha iyi teori bildiğini bu sebeplen düşünebilirsiniz ya da bilirsiniz.

Kaynakça

Budak, S. (2009). Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Dolto, F. (2003). Simgesel Ödeme, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 7). (Z. Karaburçak, Çev.) İstanbul: Bağlam.

Freud, S. (1998). Küçük Hans, Olgu Öyküleri I içinden. (A. Eğrilmez, Çev.) İstanbul: Payel.

Freud, S. (2011). Haz İlkesinin Ötesinde, Ben ve İd. (A. Babaoğlu, Çev.) İstanbul: Metis.

Freud, S. (2016). Aktarım, Psikanalize Giriş Dersleri içinden. (S. Budak, Çev.) İstanbul: Öteki.

Freud, S., & Breuer, J. (2001). Histeri Üzerine Çalışmalar. (E. Kapkın, Çev.) İstanbul: Payel.

Freud, S. (2020). Aktarımın Dinamikleri (1912). (İ. Ş. Ateş, Çev.) https://freudcupsikanalizdernegi.com/aktarimin-dinamikleri-1912-sigmund-freud/

Freud, S. (2020). Psikanaliz Uygulayan Hekimlere Öneriler (1912). (İ. Ş. Ateş, Çev.) https://freudcupsikanalizdernegi.com/psikanaliz-uygulayan-hekimlere-oneriler-1912-sigmund-freud/

Geissmann, C. (2020). Uygun Bir Çerçeve Oluşturmanın Değişkenleri: Anna Freud ve Melanie Klein, Psikanaliz Defterleri içinden (Cilt 1). (T. Acemoğlu, Çev.) İstanbul: YKY.

Küey, A. G. (2008). Karşı Aktarım Kavramının Gelişimi, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 17). İstanbul: Bağlam.

Kayaalp, M. L. (2003). Çocuk Psikanalizi ve Psikanalitik Çocuk Terapisi: Nasıl Bir Çerçeve, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 7). İstanbul: Bağlam.

Lacan, J. (2019). Yine/Hâlâ, Seminer 20. Kitap, 1972-1973. (M. Erşen, Çev.) İstanbul: Metis.

Parman, T. (2008). Ayna Aynı Zamanı Gösterir mi? Karşı Aktarım ve Zaman, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 17). İstanbul: Bağlam.

Soysal, Ö. (2008). Aktarı-yorum Öyleyse Var-ım, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 17). İstanbul: Bağlam.

Tükel, R. (2008). Aktarım ve Dinamikleri, Psikanaliz Yazıları içinden (Cilt 17). İstanbul: Bağlam.

Wegner, P. (2015). İlk Görüşmelerdeki Süreç Yönelimli Psikanaliz Çalışması ve Açılış Sahnesinin Önemi, Uluslararası Psikanaliz Yıllığı 2015 içinden. (A. Day, Çev.) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 

 

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu