Çeviri

Anoreksiya’da Ego: Ego-Sintonik Narsisizm & İmgesel Atama – Domenico Cosenza

Bu metin, 17 Ekim 2017’de Lacanian Compass‘ın düzenlediği bir video konferansında gerçekleştirilen bir sunumun yazılı hâlidir ve

The Lacanian Review‘un 2018 Yaz’ında çıkan 5 numaralı ”Egonun Hazları” başlıklı sayısında

yayımlanmıştır (s. 136-143).

 

Teşekkür

Beni Şubat 2018’in başında New York’ta gerçekleşecek olan Klinik Çalışma Günleri için hazırlık çalışmalarınıza katılmaya davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Konuyu ve hazırlık temasını gerçekten çok teşvik edici buldum. Yeme bozuklukları alanındaki klinik deneyimime dayanarak bunu ele almaya çalıştım. Bu konuyu birkaç yıl önce Amerika Birleşik Devletleri’nde Alicia Arenas tarafından davet edildiğim Miami’deki bir seminerde tartışma fırsatım olmuştu… Aslında bu sunumda kısaca göstermeye çalışacağım konu özellikle de Anoreksiya Nervoza kliniğinde çok önemlidir… Kısacası sizin konunuz olan Ego’nun Hazları’nı anoreksiya kliniği için başlıca önem arz eden ve daha önce doğrudan ele almadığım bu konuyu ele almak için bir fırsat olarak kabul edeceğim… Size anoreksiyada ego’nun rolünden bahsedeceğim. Ve bu konuyu, ortaya çıkışını karakterize eden üç tekil yönüne özel dikkat göstererek geliştirmeye çalışacağım: ego-sintoni, narsistik yaygınlık ve imgesel atama. 

Bir Tutku Nesnesi Olarak Ego

Freud’dan itibaren, psikanaliz bize egonun bir tutku nesnesi olduğunu öğretir.  Bu, Freud’un gösterdiği gibi, modern felsefe ve psikolojinin vicdanlı geleneğinin aksine ego’nun varlığımızın temeli olmadığını söylemek değil ayrıca onun varlığımızın ikincil bir ürünü olduğunu da söylemektir. Freud’un narsisistik bir hayal kırıklığı olarak adlandırmaktan çekinmediği bu geçiş, ego’yu merkezi olmayan bir konuma koyar. Ego psişik yaşamın efendisi değildir; ondan türetilmiş bir fonksiyondur. Psişik deneyim tarafından üretilen bir nesnedir. Ego’nun durumuna verilen önem, Freud sonrası psikanaliz, özellikle de Ego-Psikolojisi ile Bilinçdışı’nın Freudcu keşfi arasındaki en önemli farktır. Bu, Lacan’ın Freud’a dönüşüyle tekrar ele almak istediği bir keşiftir.

Lacan’ın klasik öğretisinde olduğu gibi ego’nun bir tutku nesnesi olarak algılanması, bir öznenin hayatının tüm temel belirleyici katmanlarının imgesel yoğunlaşan durumunu vurgulamak anlamına da gelir. Bu, Lacan’ın ego sorusuna hasredilmiş olan I. Seminer’inde[1] bize ego’nun bir “soğan” olarak sunduğu görüntüsüdür. Bir kereliğine öznenin yapısının üzerine inşa edildiği Öteki ile arasındaki yansıtılmış ilişkilerin özdeşimsel katmanları ortadan kaldırıldığında, merkezde hiçbir şey kalmamıştır. Bu anlamda Lacan, ego’dan “kurgu çizgisi” olarak, insani semptomun en âlâsı ve insanın akıl hastalığı olarak bahseder.

Yine de egonun bir tutku nesnesi olarak okunmasını, Lacan’ın gelişmiş öğretisiyle ilgili olarak düşünürsek, tamamen tatmin edici değildir. Nihayetinde Freud bu noktada ego ve libido arasında, ego’yu yoğunlaşmanın, yalnızca imgesel özdeşleşmelerin değil ama bu özdeşleşmelere yerleşecek jouissance’ın yeri kılan ve öznenin tedavi süresince değişmesini güç kılan bir kurucu ilişkiyi geliştirmiştir. Freud’un özne’nin muammasına ilişkin klasik formülünü özetlemek gerekirse: Hastaların analizin kavşaklarına vardıklarında ifade ettikleri gibi “Görmekte en iyisi, takip etmekte en kötüsüyüm”.

Ego ve Jossance

Bu anlamda, ego’nun hazları konusu, ego’nun zevkle olan ilişkisi ve libidonun yoğunlaşmasının bir yeri olarak ego’nun işlevi hakkında düşünmemize neden olur. Bildiğimiz gibi Freud, öznenin sahip olduğu imaja bağlı ego ve zevk arasındaki ilişkiyi düşünmemizi sağlamak için narsisizm kavramını tam olarak ortaya koyar. Bu bağlamda, Freud iki narsisizm biçimi arasında ayrım yapar. Birincisi, egonun erken çocukluk döneminde kurulduğu, çocuğun ebeveynlerinin her şeye gücü yettiğine ilişkin ideallerinden başlayarak, tamamen bağlı olduğu birincil bir narsisizmdir. Daha sonra, çocuğun ilerlemesinin Ödipal aşaması boyunca ürettiği ikincil narsisizm vardır; bu, öznenin kendi imajı ile ilgili olarak jouissance’ına sembolik bir sınırlama getirir. Lacan, bu Freudcu ayrımı ele alır ve ideal-ego (ia) ile Ego-İdeali (Ia) arasında önerdiği ayrım yoluyla yeniden ifade eder. Lacan’ın klasik kliniğinde, nevrotik, Ödipal yasasını birleştirebilen ve arzusunu yönlendirmek için pusula görevi gören bir Ego ideali oluşturan özne olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte, bu ilerleme yapılandırılmadığında, özne, kendi yaşamının temel narsistik ilişkilerinde hapsolmuş olan birincil narsisizm için av olarak kalır.

Anoreksik Ego-Sintoni

Tartışmanıza katkıda bulunmak için bugün önermek istediğim şey; anoreksiya nervoza kliniğine dayanarak egonun hazları sorunu üzerine bir düşünümdür. Aşağıdaki tezi bir başlangıç noktası olarak almak istiyorum: Anoreksiyaya Lacancı yaklaşım, Freud sonrası psikanalizdeki baskın yaklaşımın tersidir. Bu tezin ikinci kısmı ego ile ilgilidir.  Amerikan anoreksiya çalışmalarının öncüsü Hilde Bruch gibi bilhassa Ego-Psikolojisi geleneğinden gelen post-Freudyenler anoreksiya nervoza’nın kalbinde ego’nun temel bir kırılganlığı olduğunu iddia ederler. Bu, tedavilerinin onu gerçeklik ilkesine uyarlayarak güçlendirmek için ortaya koydukları ego açığıdır.  Anoreksiya hususunda Lacan’dan ve Lacancı araştırmacılardan alacağımız tez ise tam tersidir.[2]

Aksine, anoreksiya nervoza’da egonun hipertrofisini (aşırı büyüklük, ç.n.) buluruz. Narsisistik boyut, zayıf beden imajının idealine sabitlenmesinde özel bir çapa noktası bulan ego’ya hakimdir. Lacan için, anoreksinin ana sorusu imgesel düzeyde bulunmamaktır. Aksine, soru sembolik ve gerçek arasındaki kavşakta bulunur. Bu nedenle, bizce, ayna evresinin de teorisyeni olan Lacan, anoreksiya nervoza’nın temel problemini bu narsisistik düzeyde ortaya koymuyor. Anoreksiyadaki egonun hipertrofisi, daha ziyade, sembolik ve gerçek boyutlar arasındaki kavşakta, ergenlik döneminde ortaya çıkan kendi çıkmazıyla karşı karşıya kaldığında öznenin bulduğu etki veya çözümdür. Buna birazdan ayrıntılı olarak bakacağız. Şimdilik, dikkatinizi Ego’nun Hazları temasını ilgilendiren anoreksiya nervoza’nın temel bir klinik unsuruna çekmek istiyorum. Anoreksik hastalar semptomlarına olağanüstü bir bağlanma gösterirler. Bu nedenle, durumlarını iyileştirme, aşırı zayıflıklarına karşı koyma ve kendilerini beslemeleri için teşvik etme çabalarına şiddetle karşıdırlar… Daha radikal olarak, durumlarını patolojik olarak kabul etmezler ve bu nedenle tedaviye gerek görmezler.

Aksine, durumlarını severler ve aslında giderek daha fazla vurgulamaya çalıştıkları aşırı inceliklerine bağlıdırlar. Bu faktör onları ölüm riskine sokar, ancak bunu problem olarak yaşamazlar. Genel olarak, bu klinik gözlemleri “ego-sintonik” terimini kullanarak bir araya getiriyoruz. Bu terim ile, anoreksik özne için semptomunun ne bir hastalık ne de bir bölünme faktörü olduğunun altını çizeriz. Aksine, uyuşturucu bağımlılarında olduğu gibi, en azından bir süre için mutlu, olumlu bir çözümdür. Mutlu bir evliliktir. Başka bir deyişle, anoreksik özneler aşırı, sınırsız bir şekilde kendi semptomlarının keyfini çıkarırlar. Bu nedenle ölüm noktalarına veya ölüm sınırlarına ulaşmaları nadir değildir. Bu durum, nevrotik semptomlar nedeniyle öznenin yaşadığı kısmi, kararsız, ego-distonik jouissance’tan oldukça farklıdır. Bu, en uç klinik durumlarda çok belirgindir. Beden yetersiz beslenme durumuna geldiğinde ve ölüm riski ile karşı karşıya kaldığında, anoreksik özne, kanıtları inkâr etmeye devam eder ve bir hastaneye kabul edilmeyi reddeder, genellikle doktorları ve aile üyelerini harekete geçmeye zorlarlar.

Bedensel Disiplin ve Narsistlik Jouissance

Aslında, anoreksiya bedenin bir tedavisi, radikal bedensel disiplin olarak da tanımlanabilir. Beden üzerinde aşırı kontrol uygulamak için tasarlanmış bir tedavidir. Anoreksik özne, bedeninin mutlak Efendisi olmaya çalışır ve yaşadıkları coşku büyük ölçüde tam da bu alana bağlıdır. Bu alan, kendi semptomunun enkarne ettiği ölüm tehdidiyle acı çeken ailevi Ötekinin kontrolünü kapsar. Bu düzeyde, anoreksik ego-sintoni, öznenin kendi bedeninde ve kendilerine duygusal olarak bağlı olan insanlar üzerinde uygulanan bir güç kullanımıyla bağlantılıdır. Bu sadece kilo verme meselesi değildir: Anoreksik özne için, bedenlerini kontrol etmek aynı zamanda nesnelere dürtüsel yatırımlarını cansızlaştırmak ve onlara tatmin edici bir şekilde bağlı olmamak anlamına gelir. Sonuç olarak, dünyevî nesnelerden uzaklaştırılan ve Öteki’nden ayrılan libido, ego’ya geri çekilir. Bu anlamda, anoreksik jouissance, esasen narsistik bir jouissance’dır. Ayrıca Öteki’ni gerilim altında tutan bir zevk üretirken, eşzamanlı olarak Lacan’ın yok olma tehdidi olarak adlandırdığı sapkın manevradan acı çeker.

İnce Bedenin Hipertrofik İdeali ve Paradoksu

Bedenin anoreksik tedavisi ve öznenin ondan aldığı narsistik jouissance, önemli bir destek noktasına sahiptir: zayıf bedenin hipertrofik ideali. Bu, anoreksik hastanın günlük yaşamında beden tedavisi uygulamalarının düzenlendiği bir referans noktası olan pusula görevi görür. Bununla beraber, bu gibi durumlarda sıklıkla ortaya çıkan sorun, bu hastaların çoğu için duracakları bir eşik olmamasıdır. Zayıf beden imajına bağlı feragatin narsisistik jouissance’ı sınırsızdır. Burada zayıf beden imajı ve egemenlik narsisizmiyle bağlantılı anoreksi paradoksu yatar. Hasta, dürtüyü takip etmeyi reddederek bedenlerine hükmederken ne kadar çok çabalarsa, daha çok feragat zevkinin kölesi olurlar. Özne için, reddetmenin bu jouissance’ı kontrol edilemez ve onların kendilerini öldürmelerine yol açabilir. Anoreksiya nervoza’da, aslında, özne, onu organize eden zevke bir sınır koyabilen ve Ötekinin alanına sıkıca bağlayabilen bedenin fallik bir demirlemesinden yoksundur. Bu nedenle, beden sembolik olarak fallik yasa etrafında organize edildiği arzunun bir nedeni olarak zayıfladığı histerik anoreksiya ile bedenin, fallik çapası olmadan, sınırsız bir jouissance ve bir korku kaynağının pençesinde fallik organizeden mahrum edilmiş olan anoreksiya nervoza arasında çok dikkatli bir şekilde ayırt edilmelidir. 

Fenomenin Ötesinde: Anoreksiya ve “İmaj Beden’in” Patolojisi

Başlangıçta söylediğim gibi Lacan bize özgül bir klinik fenomen olan “beden dismorfik bozukluğu” –anoreksiya nervoza’da tipik olduğu üzere bir kimsenin çarpık beden algısı– hakkında kolaylıkla bir şeyler söyleyebileceği ayna evresi teorisini verdi. Bu fenomene göre, bildiğiniz gibi, anoreksik hasta, bedeninin görüntüsünü başkaları tarafından nasıl algılandığına kıyaslamaya giderek daha fazla kilolu ve her zaman bilimsel ağırlık ölçüm cihazlarının (ölçekler) ve beden kitle indeksinin (BMI) üzerinde tutarsız bir şekilde kendini görür. Anoreksik özne için bu algı, kendisini tartışılmaz bir gerçek şeklinde sunan bir kesinlik biçimini alır. Birkaç Lacancı, anoreksiyaya özgü klinik soruyu ayna evresi ışığında yeniden okumaya çalıştılar. Daha kesin olmak gerekirse, bunu yapısal kavşaktan öznenin geçişine has bir başarısızlık olarak yorumlamaya çalıştılar. Bazıları bunun kökenini maternal Öteki’nin anoreksik öznenin bedenine ilişkin olarak aynadaki yargılayıcı tutumuna kadar takip etti.  Bu, örneğin, bedenin değersizleştirilmesinin bir göstergesi olarak anoreksik öznenin Öteki’ne dair aynadaki yüz buruşturmasından bahsederken Recalcati’nin aldığı pozisyondur.[3]  Diğer yazarlar, anoreksik öznenin ayna ile karşı karşıya kaldığı anda işlerlikte olan zulüm boyutunu vurgulamışlardır. Örneğin, anoreksik öznenin kendi beden imajı ile ilgili probleminin kaynağı olarak, aynadaki Ötekinin bakışların Gerçek’inin geri dönüşü hakkında konuşan Nieves Soria için durum budur.[4] Öteki’nin bakışları -Soria’nın anamorfozda bir beden olarak anoreksiya tanımı olan öznenin- beden imajı ile ilgili olarak temel bir aşağılama algısı sunar.

Genel olarak, bu okumaların, anoreksiya nervozadaki söz konusu narsisistik boyutla ilgili olarak Lacan’ın sessizliğini, ayna evre teorisinin klinik bir uygulaması ile doldurmaya çalıştığını söyleyebilirim. Geçen yıl Roma ve Dublin’de bazı konferanslarda tartıştığım gibi, Lacan’ın bu konudaki sessizliğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu önem, anoreksiya meselesinin odağını narsisistik boyutun önceliğinden uzaklaştırmak ve bunun yerine anoreksiyanın kalbine, semptomatik tezahürünün görünür planını taşıyan görünmez bir çekirdeğe getirmeye dairdi. Bu anlamda, Lizama Lima’nın edebi eserine dayanan Miquel Bassols’tan bir ipucu almanın ilginç olacağını düşündüm. Bu durum konuşan beden konusunda Rio’daki WAP Kongresi’nde yararlı bir fikir sağladı. Bu bağlamda, Bassols, dilin yasalarına göre imajın yapısını ifade eden ‘imaj beden formülünü’ vurgular.[5]

Bu tanımda söz konusu olan görüntünün belirleyici yapısıdır. Bu yapı, lalangue’ın, konuşan varlığın (parlêtre) bedeni üzerindeki travmatik etkisi, kayıt ve jouissance kaybının bir etkisi oluşturması koşuluyla, bu şekilde işlev görebilir. Bu kayıp etkisi gerçekleşmezse, imaj özne için bir gösteren olarak işlev görmez, daha ziyade sabit, donmuş, holofrastik, ötekiyle diyalektikten kopuk kalır. O zaman, ilerlemek istediğim hipotez, anoreksiya nervoza’da, beden imajı ile ilgili dismorfobinin, bedenin imajı seviyesinde okunabilen bir sorun olmadığı, yani beden imajının gerçekliğe uyup uymadığıdır. Daha ziyade, “imaj bedeni” düzeyinde görünmeyen ve imajın, konuşma zincirinde özne için metaforik bir değer kazanmasına izin vermeyen bir ‘çıkmaz’ın etkisidir. Bedenin imgesi, bu anoreksik özne için söylemin dışında kalır. Carole Dewambrechies La Sagna’nın yapısal olarak (de structure) olmasa da besin ile olan ilişkilerinde olduğu gibi, söylem (discours) dışında, en azından gerçek ile ilgili surettedir (de fait).[6]

Lacan ve Anoreksik Soru: Üç Düğüm Noktası

Tartışmamızın konularını tekrar ele almak için, Lacan’ın anoreksiya okumalarını, öğretisinde iki belirgin temele dayandırdığını söyleyebiliriz. Anoreksinin ego konusunu ilgilendiren temel bir klinik yönünü açıklığa kavuşturmamıza izin verebilecek olan en ileri öğretisine dayanan üçüncü bir eklemeyi öneriyoruz. Lacan’ın okumasının iki temeli şunlardan oluşur: “hiç” (rien) nesnesi ve reddetme. Hiçlik, anoreksik jouissance’ın kalbindeki nesnedir ve kendisini, gösterenin eyleminden etkilenmeyen, kendi yolunda mutlak, kısmi olmayan bir nesne olarak sunar. Bu, bedene yerleşen, çıkarılmamış bir nesnedir ve bu nedenle, diğer nesneler gibi, arzunun bir nedeni olarak hareket edemez. Aksine Jacques-Alain Miller tarafından en son ifade edilen şekliyle durağanlık ve arzunun karşıt nedeni olarak işlev görür. Anoreksik zevk neden ile hiçliğin jouissance’ı olarak kendini göstermektedir.[7] Böyle bir zevk, “hiç yemek” için anoreksik kararın temeli olan reddetme eylemiyle gerçekleştirilir. Reddetme sadece yiyeceklerin reddedilmesi değildir. Augustin Ménard’ın belirttiği gibi, anoreksik öznenin reddettiği şey öncelikle göstereni yemektir.[8] Miller’ın formülünü ele alacak olursak temel reddetmeleri, Ötekinin reddedilmesidir. Hiç’i yemek ve Öteki’ni reddetmek aynı işlevin iki tarafıdır.

Bununla birlikte, bu pozisyona özgü klinik yönüyle ilişkili olduğu için anoreksiyayı ayırt eden ve açıklanması elzem üçüncü bir işlem vardır. Bu, kimlik adlandırma sorununun ve öznenin durumunun tanımlanmasının anoreksiyada varsaydığı özel önemiyle ilgilidir. Anoreksiya’da, özne anoreksinin kendisi ile özdeşleşerek varlığını şöyle adlandırır: “Anoreksiğim”. Bu, bireyin egosunu, öncelikle bir patoloji olarak değil, bir yaşam tarzı olarak deneyimleyen bu duruma bağlamanın ayrılmaz bir eylemidir. Soria’nın önerdiği gibi, imgesel bir atama olarak tanımlayabileceğimiz bu işlemle, öznenin genel, evrensel bir kimlikle özdeşleşmesiyle tanımlanır.[9] Bu tanım, ego’ya, durum ve anoreksik bir ideal ile katı özdeşleşme yoluyla belirli bir istikrar sunar. Yaşamları boyunca uzun süre dayanabilecek, ancak nadiren yaşamın sonuna kadar sürdürebilecek imgesel bir istikrardır.

Psikanaliz ve Anoreksik Çözüm

Genellikle, bazı nadir istisnalar dışında vuku bulan şey anoreksik çözümün artık kendi başına sürdürülemeyeceğidir. Bu noktada, özne bulimia’ya doğru hareket eder, dürtüye, nesneye doğru teslim olur ve iddia edilen kaynağının saflığını kaybeder. Bu aşamada, tedaviye başlamak için uygun bir adım atılır. Anoreksik öznenin yaşamındaki ego-distonik hissi, kontrol kaybı deneyimine yol açan bir çatlak ortaya çıkarmıştır. Hastalar başlangıçta anoreksik durumlarını iyileştirmek için her türlü çabayı göstereceklerdir, ancak çoğunlukla başarısız olmaktadırlar. Bu noktada, öznenin bulunmasına ve öznenin konumu için farklı bir isim almasına olanak sağlayan tedavinin başlatılmasına bir alan açılır. Artık imgesel ve kapsayıcı değil, sembolik ve tekil olan ‘Bir’in adıdır. Bu, psikanalizin, anoreksiya tedavisinde söyleminin tam potansiyelini uygulayabileceği noktadır.

 

Çeviren: Batuhan Demir 

[1] Lacan, J. Seminar I: Freud’s Papers on Technique. Ed. Jacques-Alain Miller Trans. John Forrester (NY: Norton, 1991): p. 171.

[2] Il muro dell’anoressia’da (Roma: Astrolabio, 2008): s. 41-63 ve daha yakın bir tarihte Le refus dans l’anorexie (Universitaires de Rennes, 2014): s. 47-59 bu noktayı geliştirdim.

[3] Recalcati, M. L’ultima cena. Anoressia e bulumia (Milano: Bruno Mondadori, 1997): s. 122.

[4] Soria, N. Psicoanalisis de la anorexia y la bulimia (Buenos Aires: Tres Haches, 2000): s. 96.

[5] Bassols, M. “The image body and the speaking body” www.wapol.org, Xth Congress of WAP, The Theme, Orientation Texts. Bu noktada daha fazlası için, D. Cosenza, “Body and Language in Eating Disorders”, 6 Şubat 2016’da Dublin’de the Irish Group of the New Lacanian School için verilen konferans (www.iclo-nls.org).

[6] Dewambrechies La Sagna, C. “L’anorexie vraie de la jeune fille” La Cause freudienne 63 (Haziran 2006): s. 57-60.

[7] Miller, J-A. (sous la direction de), Situations subjectives de déprise sociale (Paris: Navarin 2009): s. 169-170.

[8] Ménard, A. “Structure signifiante de l’anorexie mentale” Actes ECF (Mayıs 1989): s. 16-20.

[9]  Soria, N. Op. Cit. p 74

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu