Freud Kaçıyor! – Philippe Sollers
Freud’un babası Jacop’ın Viyana’da, iki farklı kadından 12 çocuğu olur. Sigmund onu, aynı kadından 6 çocuğa kadar takip eder. Baba ve oğul arasındaki bu mücadele eşit değildir. Bu onun bir deha olmasıyla sonuçlanır, psikanalizi icat eder. Ardından Sigmund, 40 yaşından sonra bir sonbahar mevsiminde kaçar. İtalya’ya doğru seyahate çıkar.
Karısı, “sevgili hazinesi” Martha, yavaş yavaş onun “kadim sevgilisi” haline gelir. İlk başlarda seyahatlerinde ona biraz eşlik etse de çabucak yorulur. Freud’u, önce küçük kardeşi Alexandre ardından da daha fazla baldızı Minna takip eder. Bekar kalması dışında hakkında çok fazla şey bilmediğimiz Minna’nın, dâhinin yaşamı boyunca bize anlatılanlardan daha yakın olup olmadığından emin değiliz. Mühim değil çünkü Freud huzurun, arkeolojik tutkusunu sürdürmenin, Güney’e doğru ilerleyerek görmenin, yüzmenin, yemenin, biriktirmenin keyfini istiyordur.
Özenle seçilmiş kartpostallar gönderir, mektuplar yazar, tek kelime etmeden içsel keşiflerini sürdürür. Büyüleyici zıtlık! Rüyaların Yorumu’nun yazarı (O olmasaydı rüyaların hala mistik bir görüntünün parçası olduğuna inanırdık.) 1895 yılının Ağustos ayında Venedik’te yaşarken şunları kaydeder: “Hiçbir fotoğrafın veya anlatının açıklayamayacağı peri masalı”, “Bir fırtına” içerisinde, iki gün altı aya dönüşür, o “inanılmaz şeyler” görür. Ne yorgun ne de ciddi, o tatildeki bir ilkokul çocuğu gibi eğlenir.
İtalya büyüleyici ve “görkemli bir uyum” içerisindedir. O Padova’da, Bologna’da, Ravenna’da, Floransa’da “sürekli bir haz” tarafından geride bırakılmaya ve hatta ezilmeye başlar. Bir katedralde, ayin için bir araya gelen Friuli’nin en güzel kızlarından birkaç yüz kadarını gözlemler: “Antik Roma Bazilikasının göz kamaştırıcılığı, modern çağın sefaletinin ortasında kendimi iyi hissetmemi sağladı.” diye not düşer. Kendi bilinçdışının cehennemlerine indiği esnada (otoanalizinde), Dante ile yolları bir çam ormanının yakınlarında ya da mağaraları ziyaret ettiği sırada kesişir, fresklerin kendisini derinden etkilemesine karşı koyamaz, Minna onun hakkında şöyle yazar: “Onun yüz ifadesi küstahça göz kamaştırıcıydı ve bir ispinoz gibi neşeliydi. Hiç kuşku yok, yerinde duramıyor.” İşte, Garde Gölü’nün, bir “cenneti andıran güzelliğin” kenarında ve son olarak Eylül 1901’de Roma’da şöyle yazar: “Yıllardır buraya gelmemiş olmamız inanılmaz.”
Sigmund Freud, bu yüzden, bir ispinoz gibi neşeli, geri döneceğine dair ant içerek, Bocca della verita’nın* içine elini daldırır. Kırmızı şarap ona çok iyi gelir. “Bugün, yine, Vatikan’da, çok güzel şeyler gördük, kendimizden geçmiş halde ayrıldık.” O kararını kesin olarak verir, hayatını Roma’da sonlandıracaktır ama tarih bildiğimiz gibi başka bir karar vermiştir ve 1939 yılında Naziler tarafından kovalanarak Londra’da sürgünde olacaktır.
Napoli’de sigara içer, içki içer, yemek yer, çok sıcakladığında denize girer. Yakınlarda Sorrento’da bir kahve alır; “Sarı ve yeşil portakallarla çevrili, üzüm salkımları, palmiye ağaçları, çamlar, cevizler, yaban incirleri ve limon ağaçlarının gölgesinde” Vezüv yanardağı, tapınaklar, Sibylle mağarası, Virgilio’nun dizelerinin hatırası kendisine Yorum’da yer bulur.[1] İtalyan ihtişamı; karmaşık rüyalara, nevroza ve yoksul modern çağın engellerinden sıyrılmaya yardımcı olur. “Güney’in kişilik ve enerji üzerindeki etkisi hakkında duyduğumuz her şeyi anlıyorum” Hiç şüphe yok. Goethe’nin de anlamış olduğu gibi, Kuzey bir yanılgıdır.
Daha ileri gidelim, Yunanistan’a kadar. Freud’un 1904’teki cümlelerini seviyoruz. “Bir Fidias at kabartmasının yanından yazıyorum.” Marta ve ailesine sevgi dolu düşüncelerini gönderir ve artık “Sigi” imzası yerine, Dionysos’un tahtını taklit ederek “Papa” diye imzalar. Antik mimarinin cinsel karakteri üzerine bir makale yazmayı tasarlar. Bunu yapamayacak olması çok kötü. Ve işte tekrar Roma’da: “Kadınlar, kalabalığın içerisinde çok güzeller, bir yabancı olmadıkları sürece. Romalılar, tuhaf bir biçimde çirkin olduklarında bile güzeller ve aslında aralarında böyle olanı azdır.” diye söyler, yeraltı gömütlerinde bir ziyaret ile Vatikan’da Gradiva’nın keşfedildiği yerin arasında.
Tiziano’nun Dünyevi Aşk ve İlahi Aşkı’nın önünde, Freud’un mizahı veya tevazusu (zengin giyimli bir kadın, bir diğeri ise çıplak): “Bu resme verdiğimiz isim, hiçbir anlam ifade etmiyor ve ona hangi ismi verebileceğimizi de bilmiyoruz; sadece çok güzel olması kafidir.” Aslında, Saint-Pierre-aux-Liens kilisesinde Michel-Ange’nin Musa’sıyla karşılaştığında, Elisabeth Roudinesco’nun ön sözünde de söylediği gibi, “Musa için İsrail neyse Freud için Roma odur.” Muhtemelen ama Freud; kendisi Roma’ya girdi, daha fazlası bunu daha çok görüyoruz, onun tek istediği buydu.
Londra’daki İngiliz Müzesi’nde Mısır antikalarının aşırı dozu ve sonra 1909’da meşhur Amerika seyahati ile New York zaferi… Bu psikanaliz için oldukça önemlidir ancak o huzursuzdur: “Amerika, çılgın bir makine olmuş. Oradan kurtulduğum, dahası orada kalmak zorunda olmadığım için mutluyum.” Ve ayrıca: “Buna rağmen tekrar Avrupa’ya dönmek çok güzel, şimdi bu küçük kıtayı takdir ediyorum.” 1925’te Freud daha da net olacak: “Amerika’nın sadece para sağlamakta iyi olduğunu hep söylemişimdir.”
İki oğlu Ernest ve Oliver ile şimdi Hollanda’dadır. Bir öğleden sonra karısıyla başı belada olan Gustav Mahler’i, her zaman olduğu gibi titizlikle analiz eder. Müzisyenin ölümünden sonra vasiyeti tenfiz memuru, birkaç saatlik görüşmenin 300 Kron olduğunu duyurur. Ama nihayet, Güney’e geri dönersek Napoli, Sicilya, harikalar harikası: “Parklardaki çiçeklerin ihtişamı ve kokusu, sonbahar olduğunu unutturuyor.” Segesta ve Selinite Tapınakları, Mozart’ın bir aryasını çağrıştırır. “Kendimi Roma’da bulmam çok doğal, yabancı biri olmanın karanlığının etkisinde olmadan” Ve ayrıca: “Kendime hiç bu kadar iyi bakmamıştım; ne arzularıma ne de kaprislerime uyarak böyle bir aylaklık içerisinde yaşamamıştım.” Kendisine en sevdiği çiçeği, gardenyayı hediye eder.
Frued’un gardenya ile şık bir portresi… “İlahi bir şekilde yaşıyoruz.” dedi. En küçük kızı Anna ile 1923’te tekrar Roma’ya gittiğinde, bu kez çene kanserinden mustariptir. Toplamda bu şehre 7 kez gelmiş olur ve sonunda Ernest Jones’a, her yıl Roma’yı biraz daha sevdiğini itiraf eder. Doğrusunu söylemek gerekirse Palermo’dan beri Eylül 1910’da yazdığı mektup “görülmeyen yerlerin zevki” tamamen ciddiye alınmalıdır. Kaynak eksikliğinden dolayı bu keyfi Martha ve ailesi ile paylaşamadığı için özür diler ve ekler: “Psikiyatrist olmamalıydım ve psikolojide yeni bir eğilimin kurucusu gibi davranmamalıydım; sadece tuvalet kâğıdı, kibrit veya potin düğmeleri gibi bazı yaygın nesneleri yapan biri olmalıydım. Mesleğimi değiştirmem için artık çok geç, bu yüzden devam etmeliyim, -bencilce ama prensipte pişmanlıkla- her şeyin tadını tek başına çıkarmak.” Özetleyelim; aslında Freud, olağanüstü derecede çalışkan yaşamında, her şeyden kendi başına zevk aldı.
Çeviren: Burak Maşalacı
Katkılarını Sunan: İbrahim Kuran
[1] Flectere si nequeo superos, acheronta movebo. / Gökyüzü tanrılarını ikna edemesem de yeraltı tanrılarını harekete geçireceğim.” Virgilio