Çeviri

Kalıtsallık ve Nevrozların Etiyolojisi (1896) – Sigmund Freud

Kendisi tarafından bize sunulan nevrozların etiyolojik teorisine bazı itirazlar sunmak için bilhassa hocamız J.-M. Charcot’nun öğrencilerine hitap ediyorum.

Bu teoride sinirsel kalıtıma atfedilen rol iyi bilinir: O, nevrotik duygulanımların salt gerçeği ve kaçınılmaz sebebidir ve diğer etiyolojik etkiler ancak agents provacateurs olarak etkide bulunabilirler. Büyük adamın kendisi ve MM. Guinon, Gilles de la Tourette, Janet ve diğer öğrencileri tarafından esas nevroz, histeri, bağlamında öne sürülen görüş buydu. Ayrıca inanıyorum ki Fransa’da ve pek çok başka yerde daha diğer nevrozlara ilişkin olarak yine aynı görüş paylaşılıyordu lâkin histeri benzeri durumlar düşünüldüğünde bu görüş enine boyuna düşünülmeden öylece ilan edilmişti. Bu hususta uzunca süredir şüphelerim olsa da bir doktor olarak günlük tecrübemde bu şüpheleri destekleyecek kanıtlar bulana dek beklemem gerekmişti. Şu anda itirazlarım iki başlık altında toplanıyor: olgusal argümanlar ve spekülasyondan türeyen argümanlar. İlki ile başlayacağım ve onlara atfettiğim öneme göre argümanlarımı sıralayacağım.

 

I

(a) Oldukça sık olarak nöropatolojinin alanından uzak olan ve zorunlu olarak sinir sistemindeki herhangi bir hastalıktan kaynaklanmayan duygulanımlar bazen nöropatik kalıtımın bir örneğini gösteriyormuşçasına sinirsel olarak kabul edilmişlerdir. Böylesi bir durum sinirsel olarak kabul edilen fakat enfeksiyon sonrası patolojik değişikliklerden ve burun ve boğaz boşluklarındaki iltihaplanmalardan kaynaklanan gerçek yüz nevraljileri[1] pek çok baş ağrısı için de geçerlidir. İnanıyorum ki bu hastaların tedavilerini rinoloji[2] cerrahlarına bırakırsak bu hastaların yararına olacaktır.

(b) Bir hastanın ailesinde bulunan her türlü nevrotik duygulanım, bunun sıklığı yahut ciddiyeti düşünülmeden hastaya kalıtsal bir nevrotik özellik yüklüyor olarak kabul edilmiştir. Meseleye yönelik böylesi bir bakış açısı nevrotik eğilimlerden yoksun olan ve onlara sınırsız bir şekilde maruz kalan aileler arasında keskin bir sınır çizmekte değil midir? Ve ayrıca olgular hiçbir ailenin değişimler gösteren ve çeşitli şiddetlerde olabilen böylesi bir eğilimden yakayı tümüyle kurtaramayacağını göstermez mi?

(c) Kalıtımın nevrotik hastalıkların etiyolojisindeki rolüne ilişkin görüşlerimiz bir petitio principii’ye değil yansız istatistiksel araştırmalara dayanmalıdır. Böylesi bir araştırma gerçekleştirilene kadar edinilmiş nevrozların varlığının kalıtsal olanlar kadar mümkün olduğuna inanmalıyız. Fakat şayet bir eğilim olmaksızın edinilmiş olan nevrozlar mevcut olabiliyor ise artık kendi ebeveynlerimizde karşılaşılan nevrotik duygulanımlarının kısmen bu şekilde gelişmiş olduğundan şüphe edilemez. Akabinde hastanın ailesince kendisine yüklenen kalıtsal eğilimlere kesin bir kanıt olarak yaklaşmak hastanın atalarına ve ailesinin artık hayatta olmayan akrabalarına yönelik geriye dönük bir tanılamanın nadiren tümüyle başarılı olduğu düşünüldüğünde, mümkün olmayacaktır.

(d) M. Founier ve M. Erb’in izleyicileri tabes dorsalis’in ve ilerleyici felcin etiyolojisinde syphilis’in oynadığı rol bahsinde güçlü etiyolojik etmenlerin mevcudiyetinin yalnızca kalıtımın doğuramadığı belirli hastalıklarda kaçınılmaz olduğunu öğrenmişlerdir. Yine de (ondan almış olduğum özel bir mektuptan bildiğime göre) M. Charcot son ana kadar Fournier’nin her geçen gün biraz daha desteklenen teorisine karşıt olmayı sürdürmüştür.

(e) Hiç şüphe yoktur ki belirli nevrotik hastalıklar pekâlâ sağlıklı olan ve aileleri herhangi bir şikâyetten azade olan kimselerde gelişebilirler. Bu Beard’ün nevrastenisine ilişkin olgularda gündelik gözleme ilişkin bir konudur: Şayet nevrasteni ona eğilimli olan kimseler ile sınırlı olsaydı bugün aşina olduğumuz üzere ona atfedilen öneme ve yaygınlığa hiçbir zaman ulaşamazdı.

(f) Sinirsel patolojide benzer kalıtım ve benzer olmayan kalıtım olarak bilinen kalıtım türleri mevcuttur. İlkine hiçbir itiraz yöneltilemez; benzer kalıtıma dayanan belirli hastalıklarda (Thomsen hastalığı, Friedrich hastalığı, miyopatiler, Huntington hastalığı vesaire) hiçbir zaman yardımcı bir etiyolojik etkiden bahsedilememesi dikkat çekici bir şeydir. Fakat diğerinden daha önemli olan benzer olmayan kalıtım, tatmin edici bir etiyolojik çözüme ulaşmadan evvel doldurulması gereken boşlukları içerir. Benzer olmayan kalıtım, hastalığın aynı ailenin üyelerinin, ailenin bir üyesinden diğerine yahut bir kuşağından diğerine hangi şekillerde geçmiş olduğunu belirleyecek bir yasanın keşfi olmadan, bu kimselerin işlevsel ya da organik olarak pek çok çeşitte nevrozdan mustarip olabileceğini gösterir. Bu ailelerin hasta üyelerinin yanında sağlıklı kalmış olan üyeleri de mevcuttur; benzer olmayan kalıtım bize bir kimsenin aynı kalıtsal yükü ondan mustarip olmadan nasıl atlattığını yahut hasta olan bir diğerinin niçin pek çok nevrotik hastalık arasından bu hastalığı seçmiş olduğunu (epilepsi ya da delilik yerine histeri vesaire) söylemez. Nevrotik hastalığın oluşumunda şans faktörü başka bir yerde olduğundan daha fazla olmadığından kalıtsallığın ailedeki bir bireyin nevroz seçiminde baş faktör olarak kabul edilebilmesi söz konusu değildir. Fakat daha az anlaşılmaz[3] olan ve sinirsel duygulanımlara has özgül etiyolojidenebilecek başka etiyolojik etkilerin varlığından şüphelenmek için gerekli zemin mevcuttur. Bu özgül etiyolojik faktör olmadan kalıtım hiçbir şey yapamazdı; şayet mevzubahis özgül faktör farklılık gösterseydi kalıtım bir başka nevrozun üretimini buna borçlu olacaktı.

  

II

Doktorlar kalıtsal etiyolojik önkoşullara ilişkin görkemli ihtimâllerce büyülenmiş olduklarından dolayı nevrotik rahatsızlıkların bu özgül ve belirleyici nedenlerine ilişkin çok az araştırma yapılmıştır. Her ne olursa olsun bu nedenler etraflıca bir çalışmanın konusu edilmeyi hak etmektedirler. Bunların patojenik gücü genel olarak kalıtsallığınkinin yanında yalnızca ikincilse de bu özgül etiyolojin bilgisi pratik ilgiyi oldukça cezbeder; bu bilgi bizim terapötik çabalarımızın bir erişim yolu bulmasını sağlayacakken bir hastanın doğumundan itibaren çoktan sabitlenmiş olan kalıtsal eğilim, erişilemez gücü ile[4], bizim çabalarımızı neredeyse durma noktasına getirir.

Uzun yıllardır majör nevrozların (histeri benzeri işlevsel nevrotik durumlar) etiyolojisine ilişkin çalışmalar içerisindeyim ve takip eden sayfalarda size tarif etmeye niyetlendiklerim bu çalışmaların sonuçlarıdır. Herhangi bir yanlış anlaşılmadan kaçınmak için nevrozların sınıflandırılması ve genel olarak nevrozların etiyolojisine ilişkin iki uyarı yaparak başlayacağım.

Çalışmalarıma nozografik bir yenilik ile başlamak zorunda kaldım. Obsesyonel nevrozu (zwangsneurose), otoritelerin pek çoğu onu zihinsel dejenerasyonu kuran belirtilerden kabul ederken yahut onu nevrasteni ile karıştırırken, histeri ile birlikte kendine yeterli ve bağımsız bir hastalık olarak kabul etmek için bir sebep buldum. Ben, kendi payıma, obsesyonların psişik mekanizmalarını izlerken onların histeri ile bir kimsenin zannedebileceğinden çok daha fazla ilişkili olduğunu öğrendim.

Histeri ve obsesyonel nevroz benim tarafımdan çalışılan majör nevrozların ilk grubunu oluşturur. İkinci grup, benim etiyolojileri ve belirtilerinin görünümü açısından nevrasteni ve kaygı nevrozu (Angstneurose) isimleri ile ikiye ayırmış olduğum (ki bu ikinci isim hususunda kendimden memnun olmadığımı söylemeliyim) Beard’ün nevrastenisini içerir. 1895’te yayımlanmış olan bir makalede yapılmasının zorunlu olduğunu düşündüğüm bu ayrıma ilişkin sebeplerimi ayrıntılı olarak anlattım [Freud, 1895b].

Nevrozların etiyolojisi bağlamında, etiyolojik etkilerin, teorik olarak, arz ettikleri önem açısından kendi aralarındaki farklılıkları ve ürettikleri etki ile ilişkileri açısından üç ayrı sınıfta gruplandırılabileceklerine inanıyorum: (1) Mevzubahis hastalığın gelişmesindeki zorunlu olan fakat aynı zamanda pek çok farklı hastalığın etiyolojisinde de eşit olarak yer alan Önkoşullar; (2) incelenen hastalığın yanında başka hastalıkların etiyolojisinde de rol oynamaları sebebiyle Önkoşullar ile benzer bir karakter taşıyan ama mevzubahis hastalığın gelişiminde zaruri olmayan Eşzamanlı/Kesişen Nedenler; ve (3) Önkoşullar kadar zaruri olan ama sınırlı bir doğaya sahip olan ve yalnızca belirli hastalıkların etiyolojisinde karşılaşılan Özgül Nedenler.

Dolayısıyla, majör nevrozların gelişiminde kalıtım bir önkoşul rolü üstlenir; pek çok vakada güçlüdür ve hatta zaruridir. Özgül nedenlerin yardımı olmadan (bunu) yapamaz ama aynı özgül nedenlerin sağlıklı bir kimsede hiçbir patolojik sonucu doğurmazken eğilimli kimselerdeki etkilerinin gelişimi kalıtsallığın yoğunluk ve genişlik derecesiyle orantılı olarak nevrozu ortaya çıkarabilmesi onun (kalıtımın) önemini kanıtlar.

Dolayısıyla kalıtımın aksiyonu bir elektrik devresindeki çoğaltıcıya benzetilebilir. Bu çoğaltıcı iğnenin gözle görülebilir sapmasını çokça arttırabilir ama onun yönünü belirleyemez.

Nevrozların kalıtsal önkoşulları ve özgül sebepleri arasındaki ilişkide üzerinde durulması gereken bir başka şey daha vardır. Tecrübe gösterir ki – önceden tahmin edilebileceği üzere – bir kimse etiyolojiye ilişkin bu sorularda etiyolojik etkilerin göreceli niceliklerini ihmâl etmemelidir. Fakat bir kimse benim gözlemlerim sonucunda ortaya çıkmış gözüken şu gerçeği tahmin edemeyebilir: Niceliksel olarak kalıtım ve özgül nedenler birbirleri yerine geçebilirler. Aynı patolojik etki ciddi bir özgül neden ve orta seviyede bir kalıtım ile üretilebileceği gibi aşırı bir sinirsel kalıtım ve oldukça hafif bir özgül neden ile de üretilebilir. Ve, fark edilebilir seviyede kalıtsal eğilimi aramanın boşuna olduğu lâkin bu eksikliğin oldukça güçlü bir özgül neden ile karşılandığı vakalar ile karşılaştığımızda söz konusu durumun bir aşırılık teşkil etmediği anlaşılır.

Nevrozların eşzamanlı / kesişen (yardımcı) nedenleri sıralandığında tüm standart faktörler ile başka bir yerde karşılaşılır: duygusal rahatsızlık, fiziksel tükenmişlik, akut hastalıklar, zehirlenme, travmatik kazalar, entelektüel aşırı çalışma vesaire. Tüm bunların, sonuncusunun bile, nevrozların etiyolojisine düzenli yahut zorunlu olarak dahil olmadığını iddia ediyorum ve pekâlâ farkındayım ki böylesi bir fikri reddetmenin evrensel olarak kabul edilen ve eleştiriye mahal vermeyen bir teorinin doğrudan karşısına geçmektir. Beard nevrasteninin modern uygarlığın bir meyvesi olduğunu iddia ettiğinden beri yalnızca kendisine inanlar ile ortak noktada buluştu fakat ben böylesi bir görüşü kabul etmeyi imkânsız buluyorum[5].

Bu standart faktörlerin etiyolojik önemini küçümsemek gibi bir arzum yok. Zira oldukça çeşitlidirler, çok sık olarak vuku bulurlar, ve genellikle hastanın kendisi tarafından dile getirilirler; nevrozların özgül nedenlerinden daha belirgin hâle gelirler – gizli ya da bilinmez olan bir etiyoloji. Sıklıkla, agent provacateurlerin fonksiyonunu yerine getirerek daha önceleri gizli kalmış olan bir nevrozu görünür kılarlar; terapiye, hastalığa radikal bir tedavi sunmak ve onu ilkel gizliliğine doğru bastırmak yönünde olmayan bir başka yaklaşım sunmak adına bu standart faktörlere pratik bir ilgi eklenir. 

Fakat bu standart faktörler ve herhangi bir nevrotik duygulanım arasında sabit ve yakın bir ilişki kurmak mümkün değildir. Örneğin duygusal huzursuzluk, eşit olarak, histerinin, obsesyonun ve nevrasteninin, ve hatta epilepsinin, Parkinson hastalığının, diyabetin ve pek çok başkasının etiyolojisinde bulunabilir.

Ayrıca, standart eş zamanlı/kesişen nedenler niceliksel olarak özgül etiyoloji ile yer değiştirebilir ama asla onun yerini tamamen alamaz. Pek çok vaka vardır ki tüm etiyolojik etkiler kalıtsal önkoşullar ve özgül neden ile temsil edilirken standart faktörler mevcut değildir. Diğer vakalarda ise kaçınılmaz etiyolojik faktörler niceliksel olarak tek başlarına bir nevrozu başlatmak için yeterli değildirler; esasında bu nevroza bir yatkınlık durumu olmasına rağmen görünüşteki sağlıklılık hâli uzunca bir süre boyunca korunabilir. Böylesi bir durum standart faktörlerin faaliyete geçmesi için yeterlidir ve akabinde nevroz görünür hâle gelir. Lâkin, bu koşullar altında, tabloya dahil olan standart faktörlerin doğasının tamamen bir kayıtsızlık meselesi olduğu açıkça belirtilmelidir – duygu, travma, bulaşıcı hastalık ya da herhangi bir şey, fark etmez. Patolojik etki bu değişiklik tarafından belirlenmeyecektir; nevrozun doğasına daima eşzamanlı olarak mevcut olan özgül nedenler hâkimdir.

Öyleyse, nevrozların özgül nedenleri nelerdir? Yalnızca bir tane midir yoksa birden fazla mıdır? Ve, her bir majör nevrozu özgül bir etiyolojiyle ilişkilendirecek biçimde biricik bir neden ve biricik bir nevrotik etki arasında sabit bir etiyolojik ilişki kurmak mümkün müdür?

Olgular üzerine zahmetli incelemeleri temel alarak bu son varsayımın gerçekliğe pekâlâ uygun olduğunu iddia edeceğim. Sıralamış olduğum her bir majör nevroz kendisinin dolaysız nedeni olarak sinir sisteminin ekonomisindeki bir rahatsızlığa sahiptir ve bu işlevsel patolojik değişimler kaynaklarını ister öznenin aktüel cinsel yaşamındaki bir bozukluktan ya da geçmiş hayatının önemli bir olayından olsun, öznenin cinsel hayatından alırlar.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu yeni, duyulmamış bir varsayım değildir. Cinsel bozukluklar daima sinirsel hastalıkların nedenleri arasında dile getirilmişlerdir fakat kalıtsallığın karşısında ikincilleştirilmiş ve diğer agent provacateurler ile aynı seviyede değerlendirilmişlerdir; etiyolojik etkileri gözlenen birkaç vaka ile sınırlı tutulmuştur. Hatta doktorlar, onları, hastanın kendisi getirene kadar araştırmamak gibi bir alışkanlığa yakalanmışlardır. Benim yaklaşımımın çizgisinde buna ayırıcı karakterini benim bu cinsel etkileri özgül nedenler ile aynı seviyeye yükseltmiş olmam, onların faaliyetini her nevroz vakasında tanımam ve son olarak düzenli bir paralelliğin izini sürmem vermektedir, bu nevrozun patolojik türleri ile cinsel etkilerin doğası arasındaki ilişkinin kanıtıdır.

Bu teorinin çağdaş hekimler arasında bir itirazlar fırtınası yaratacağına oldukça eminim. Fakat burası beni bu görüşe iten dokümanları ve tecrübeleri sunacağım yahut nispeten belirsiz olan “sinir sisteminin ekonomisinin bozuklukları” ifadesinin gerçek anlamını açıklayacağım yer değil. Bunun, şu anda hazırlanmakta olduğum konudaki bir çalışmada neredeyse tamamen tamamlanacağını umuyorum[6]. Şimdiki makalede kendimi bulgularımı raporlamak ile sınırlıyorum.

Şayet onu kaygı nevrozundan ayırırsak gerçek nevrasteninin oldukça tekdüze bir klinik görünümü vardır: yorgunluk, kafa içi basınç, midedeki gaza bağlı hazımsızlık, kabızlık, omurga parastezisi, cinsel güçsüzlük vesaire. Hesaba kattırdığı yegâne özgül etiyoloji (aşırı) mastürbasyon ya da kendiliğinden gerçekleşen boşalmalardır.

Nevrasteni nevrozunu tetikleyen ya da özneye daha sonraları bir tesadüfi yardımcı nedenin etkisi altında tezahür edecek nevrastenik bir damgayı vurmaya yeten zararlı cinsel doyumun işte bu uzun ve yoğun faaliyetidir. Ayrıca, bahsettiğim etiyolojiyi ortaya çıkarmayı başaramadığım nevrastenik yapının belirtilerini gösteren kimseler ile de karşılaştım; fakat en azından şunu gösterebildim ki bu hastalarda cinsel işlevler hiçbir zaman normal bir seviyeye ulaşmış değildi; kalıtımın cinsel yapılarına nevrasteniklerde mastürbasyonun sonucu olarak vuku bulan şeye benzer bir şey bahşettiği gözükür gibiydi[7].

Kaygı nevrozu çok daha zengin bir klinik görüntü sunar: sinirlilik[8], kaygılı bekleyiş durumları, fobiler, kaygı atakları, tam yahut kısmî korku ve vertigo atakları, titreme/çarpıntı (tremor), terleme, kan toplanması, solunum güçlüğü, taşikardi vesaire, kronik ishal, kronik hareketsel vertigo, aşırı duyarlık, insomnia vesaire[9]. Cinsel yaşamın çeşitli sorunlarının özgül etkilerinin tüm bunların ortak özelliği oluşu kolaylıkla açığa çıkartılabilir. Zorlantılı kaçınma, doyurulmamış cinsel uyarım (cinsel eylem ile boşaltılmamış uyarım), kusurlu yahut kesintiye uğramış (doyuma ulaşmamış) cinsel birleşme, öznenin fiziksel kapasitesini aşan cinsel gayret, vesaire – modern yaşam içerisinde oldukça sık olarak vuku bulan tüm bu faktörler cinsel eylemlerdeki fiziksel ve somatik dengeyi bozmak ve sinirsel ekonomiyi cinsel gerilimden kurtarmak için gerekli psişik katılımın önlenmesi noktasında buluşur.

Belki de mevzubahis nevrozun işlevsel mekanizmasına ilişkin teorik açıklamanın tohumlarını içeren bu vurgular, şu anda meseleye ilişkin tam ve hakiki bir bilimsel açıklamanın mümkün olmadığına ilişkin şüphelere mahal verir ve cinsel yaşamın fizyolojik problemine yeni bir açıdan yaklaşılması artık zorunlu olacaktır.

Nevrasteninin ve kaygı nevrozunun patojenezinin kalıtsal eğilimlerin işbirliğine ihtiyaç duymaksızın pekâlâ yapabileceğini nihayet söyleyebilirim. Bu günlük gözlemin bir sonucudur. Fakat şayet kalıtım mevcut ise nevrozun gelişimi onun güçlü etkisinden etkilenecektir.

Majör nevrozların ikinci grubu, histeri ve obsesyonel nevroz, dikkate alındığında, etiyolojik problemin çözümü şaşırtıcı derecede basit ve tekdüzedir. Sonuçlarımı yeni bir psiko-analiz[10] metoduna, Josef Breuer’in keşif türünden prosedürüne, borçluyum; biraz karmaşık, ama yeri doldurulamaz, bilinçdışı düşüncenin karanlık patikalarına ışık olarak ne kadar bereketli olduğunu gösterdi. Bu prosedürün araçları ile – burası o araçları betimlemenin yeri değil[11] – histerik belirtiler daima öznenin cinsel yaşamında huzursuzluk verici bir duyguyu uyandırmak için uygun olan bir olay olan kaynaklarına kadar izlendi. Hastanın geçmişine doğru, adım adım ve daima, tezahür eden belirtilerin, hatıraların ve düşüncelerin organik dizisince yönlendirilerek nihayet patolojik işlemin başlangıç noktasına ulaştım; ve daima analize sunulan tüm vakaların temelinde aynı şeyin, histerinin özgül nedeni olarak kabul edilmeli olan bir faktörün (agent) faaliyetini görmek zorunda kaldım.

Bu faktör (agent) tabiî olarak cinsel yaşam ile ilgili bir hatıraydı; lâkin bu bir hatıra, birincil önem arz eden iki karakteristiğe sahiptir. Öznenin bilinçdışı bir hatıra olarak muhafaza ettiği olay bir başka kişinin cinsel istismarından kaynaklanan genitallerde gerçek bir uyarım ile birlikte erken gelişmiş cinsel ilişkilerin bir tecrübesidir; ve bu vahim olayın vuku bulduğu yaşam dönemi en erken gençliktedir – 8 yaştan 10’a kadar uzanan ve çocuğun cinsel olgunluğa ulaşmasından önce gelen dönem[12].

Olgunluktan önce gelen pasif cinsel tecrübe; bu, dolayısıyla, histerinin özgül etiyolojisidir.

Karşılaşmayı beklediğim şüphecilik (scepticism) ile mücadele edebilmek için hiç gecikmeden az önce sunduğum sonuca bazı olgusal gerçekleri ekleyeceğim.

On üç histeri vakasıyla bütünlüklü bir psiko-analizi yürütmeye muktedir oldum ve bu vakaların üçü histeri ve obsesyonel nevrozun gerçek kombinasyonuydu (obsesyonlar ile birlikte giden histeriden bahsetmiyorum). Bu vakaların hiçbirinde bahsettiğim türden bir olay eksik değildi. Bu olay, aynı sonuca ulaşmak üzere, bir yetişkin tarafından gerçekleştirilen vahşi bir saldırı yahut daha yavaş ve itici bir ayartılma ile temsil edilir. Bu on üç vakanın yedisinde cinsel ilişki iki çocuk arasındaydı – küçük bir kız ile onun biraz daha büyük olan ve kendisi de daha evvelki bir ayartılmadan mustarip olan bir erkek çocuk (genellikle kızın ağabeyi).

Böylesi ilişkiler kimi zamanlar küçük suçlular ergenliğe ulaşana dek yıllar boyunca sürer; erkek çocuk küçük kız ile birlikte benzer eylemleri herhangi bir değişiklik olmadan tekrar edebilir – kendisinin de bir kadın uşak ya da mürebbiye tarafından maruz bırakıldığı ve genellikle mide bulandırıcı olan türden eylemler. Bazı vakalarda, çocuklar arasındaki saldırı ve ilişkilerin bir kombinasyonu ya da acımasız bir istismarın tekrarı vardı.

Bu erken gelişmiş tecrübenin tarihi değişkendir. İki vakada tekrarlayan eylemler küçük yaratığın ikinci yılında (?)[13]başlamıştı; benim gözlemlerimdeki en sık yaş ise dördüncü ya da beşinci yıldı. Tabiî bu bir anlamda tesadüfi olabilir ama 8 yaşından 10 yaşına kadar gerçekleşen pasif cinsel tecrübelerin nevrozların kurulumuna hizmet edemeyeceği yönünde bir izlenim geliştirdim.

En erken çocukluktan itibaren korunan anılar olduğunu iddia eden bu analitik söylemelerin (confessions) gerçekliğine ikna olmak nasıl mümkün olabilir? Ve bir kimse kendisini histerik öznelere atfedilen yalana meyilli olma ve uydurmanın tesisine karşılık nasıl koruyabilir? Daha fazla sayıda kesin kanıta sahip olmasaydım kendimi eleştiriye açık bir saflık ile suçlamam gerekirdi. Fakat gerçek şudur ki hiçbir zaman hastalar böylesi öyküleri kendi kendilerine tekrarlamaz ve tedavi esnasında hekime bir anda böylesi bir sahnenin bütünlüklü bir hatırasını sunmazlar. Bir kimse erken gelişmiş cinsel olaya ilişkin psişik izi son derece yorucu bir analitik prosedürün sonucunda ve büyük bir direncin karşısında uyandırmayı başarabilir. Dahası, hatıra onlara ancak parça parça söylettirilebilir ve bu iz bilinçlerinde uyandırıldıkça hastalar uydurulmuş olması güç olan bir duygunun avı hâline gelirler.

Bir kimse ebeveynlerin tutumundan etkilenmemiş olsa bile, bir histeri vakasının raporunun ayrıntılı tahlilinin neticesinde ikna nihayet gerçekleşecektir.

Vaktinden erken eylem vakanın tarihinde silinmez bir iz bırakır; içinde başka hiçbir şekilde açıklanamayan bir dizi semptom ve özel özellik ile temsil edilir; nevrozun içsel yapısının nazik fakat sağlam ara bağlantıları olarak kesin bir şekilde dillendirilir[14]; bir kimse bu kadar derine müdahale etmediği müddetçe analizin terapötik etkisi geride kalır; ve nihayet bir kimsenin bunu bir bütün olarak kabul etmek ya da reddetmek dışında bir seçeneği kalmaz.

Bir bireyin cinsiyeti henüz zar zor ayrımlaşmışken böylesi erken vuku bulmuş bir cinsel tecrübenin histeri gibi bir psişik anormalliğin kalıcı kaynağı olması anlaşılabilir midir? Ve böylesi bir varsayım bizim nevrozun psişik mekanizması üzerine olan mevcut görüşlerimize nasıl uyabilir? Bu soruların ilkine tatmin edici bir cevap verilebilir. Bu, özellikle, öznenin çocukluğunda yaşadığı erken cinsel deneyimin o tarihte çok az bir etkisinin olması ya da hiçbir etkisinin olmamasındandır; ama psişik izi korunur. Sonrasında, ergenlikte, cinsel organların reaksiyonları çocukluk durumları ile karşılaştırılamayacak bir seviyeye yükseldiğinde, bir ya da başka bir yolla bu bilinçdışı psişik iz uyanır. Hafıza, ergenlikteki değişim sayesinde, olayın kendisinin tamamen yoksun olduğu bir güç sergiler. Hafıza bu bir güncel olaymışçasına işleyecektir. Olan şey, cinsel travma tarafından ölümünden sonra gerçekleştirilen bir faaliyettir.

Görebildiğim kadarıyla, olay bu uyanıştan çok daha evvel gerçekleştiğinde, cinsel hatıranın ergenlikten sonra uyanışı, hafızanın gerçek olayı aşan dolaysız etkisinin yegâne psikolojik örneğini oluşturur. Lâkin bu gruplaşma (constellation), psişik mekanizmanın zayıf yanına dokunan ve patolojik bir psişik etki üretmesi kaçınılmaz olan anormal bir gruplaşmadır.

Hatıranın psişik etkisi ve olay arasındaki ters ilişkide hatıranın bilinçdışı kalmasının sebebini gördüğüme inanıyorum.

Bu yol ile oldukça karmaşık bir psişik probleme ulaşılır ama bu problem, hakkı teslim edildiğinde, psişik yaşantıya ilişkin en incelikli sorulara parlak bir ışık tutmayı vaat eder[15].

Burada, psiko-analizin bulgularının başlangıç noktası olarak erken cinsel deneyimin hatırasının histerinin özgül bir sebebi olarak daima gözlenebiliyor oluşuna ilişkin ortaya atılan iddialar, M. Janet ya da herhangi bir başkasınca kuramsallaştırılan psikolojik teoriler ile uyum içerisinde değildir. Lâkin benim bir başka yerde geliştirdiğim ‘Abwehrneurosen’ [savunma nevrozları] üzerine spekülasyonlarım pekâlâ bir uyum içerisindedir[16].

Ergenliği önceleyen olayların etkileri, histerik nevrozun ve onun belirtilerinin formasyonu üzerine gerçekte, yalnızca, eşzamanlı / kesişen nedenler olarak kabul edilmelidir – Charcot’nun söylediği üzere, ‘agent provacateurs’; onun görüşüne göre sinirsel kalıtım benim görüşümdeki erken cinsel yaşantıların yerini tutsa da.

Bu yardımcı faktörler (agents) özgül nedenler üzerine empoze edilen katı koşullara tabi değildir; analiz reddedilemez bir şekilde göstermiştir ki histerinin patojenik bir etkisinden alınan keyif, bu melekeyi, çocukluk dönemine ait psişik bir izin uyanışına borçludur. Ayrıca, birincil patojenik izlenimle olan bağlantılarından dolayı ve onlardan esinlenerek, anılar kendi paylarına bilinçdışı hâle gelerek bilinçli fonksiyonlardan çekilen bir güç ile psişik aktivitenin büyümesine yardımcı olabilecektir. 

Obsesyonel nevroz (Zwangsneurose) histerininkine epeyce benzeyen bir özgül etiyolojiden doğar. Burada da ergenlik öncesi döneme ait, hatırası o dönemde yahut sonrasında aktif hâle gelebilen, erken bir cinsel olay buluruz; ve histeri ile ilişkili olarak ortaya attığım vurgular ve argümanlar diğer nevrozlar (altı vaka, üç tanesi bir kombinasyonun ürünü değildi) üzerine gözlemlerime de aynen uygulanabilir. Önemli gözüken yalnızca bir fark vardır. Histerinin etiyolojisinin temelinde bir kayıtsızlık ile karşılanan yahut çok küçük bir seviyede huzursuzluk ya da korku doğuran pasif cinselliğe ilişkin bir olay buluruz. Öte yandan obsesyonel nevrozda, bu, haz (pleasure) uyandıran, (erkek çocuğun durumunda) arzudan esinlenen agresyona ya da (kız çocuğun durumunda) keyif veren cinsel ilişkilere katılıma ilişkin bir sorudur. Obsesyonel düşüncelerin gizli anlamları analiz tarafından tanındığında ve en basit anlatımlarına indirgendiklerinde, beklenen cinsel haz nedeniyle öznenin kendisine hitap ettiği suçlamalardan başka bir şey değildir ama bu suçlamalarbilinçdışı psişik iş tarafından dönüştürme ve yer değiştirme ile saptırılmıştır.

Bu kadar hassas bir yaşta vuku bulan cinsel agresyonlar, erken gelişmiş cinsel arzunun sonucu olacağı önceki bir baştan çıkarmanın etkisini açığa çıkarır. Benim tarafımdan analiz edilen vakalar bu şüpheyi doğrulamıştır. Bu şekilde, bu obsesyon durumlarında her zaman bulunan ilginç bir gerçek açıklanır: Belirtilerin çerçevesinin basitçe histerik olan belirli sayıda belirti ile düzenli karışıklığı.

Obsesyonel nevrozlarda cinsel yaşama ilişkin aktif elementin, ve histerinin patojenezinde cinsel pasifliğin önemi, histerinin kadın cinselliği ile arasındaki içsel ilişkinin ve erkeklerde obsesyonel nevroz seçiminin sebebini açığa çıkarır gibi gözükür[17]. Bir kimse bazen en erken çocukluklarında küçük sevgililer olan bir çift nevrotik hastaya rastlar – adam obsesyonlarından ve kadın histeriden mustariptir. Şayet bir erkek ve kız kardeş olsalardı birisi bunu sinirsel kalıtıma bağlamak gibi bir hataya düşebilirdi. Ne var ki bu erken cinsel tecrübelerin bir sonucudur.

Şüphe yoktur ki saf ve izole, nevrasteni ya da kaygı nevrozundan bağımsız, histeri ve obsesyon vakaları da vardır; fakat bu bir kural değildir. Bir psikonevroz[18] daha sık olarak nevrastenik nevrozun bir eklentisi olarak ortaya çıkar, onun tarafından kışkırtılır ve onun reddini takip eder. Bunun sebebi ikincinin özgül nedenleri olan güncel hayattaki cinsel bozuklukların aynı zamanda psikonevrozların, ki onların nedeni erken cinsel tecrübenin  hatırasıdır, yardımcı nedenleri olarak işlemesidir; onlar (psikonevrozların özgül nedenleri, ç.n.) uyanırlar ve canlanırlar.

Sinirsel kalıtım konusunda, onların psiko-nevrozların etiyolojisindeki etkisini doğru bir şekilde tahmin etmekten çok uzaktayım. Şiddetli vakalarda varlığının vazgeçilmez olduğunu itiraf ediyorum, daha hafif olanlar için de zaruri olup olmadığından şüpheliyim; ancak kendilerine özgü etiyolojisi, erken cinsel uyarılma, eksikse sinirsel kalıtımının kendi başına psiko-nevroz üretemediğine inanıyorum. Hatta belirli bir vakada nevroz, histeri veya obsesyonlardan hangisinin geliştirileceğine dair kararın kalıtım tarafından değil, en erken çocukluktaki cinsel olayın özel bir özelliğince verildiğine inanıyorum[19].

 

Çeviride metnin Psychoanalytic Electronic Publishing (PEP-WEB) ’te mevcut olan İngilizce çevirisi esas alınmış olup gerekli görülen noktalarda İngilizce çeviri metnin Almanca esası ile karşılaştırılmıştır.

Standard Edition baz alınarak yapılan çevirilere aşina olanlarca bilineceği üzere köşeli parantez içerisindeki dipnotlar James Strachey’e, diğer dipnotlar ise Freud’a aittir. Ben ise dipnotlarımın sonuna “ç.n.” ibaresini ekledim.

    

Çeviren: İbrahim Şahin Ateş

    

 

[1] “Sinir ağrısı”, ç.n.

[2] “Burun ile ilgili”, ç.n.

[3] [1896 tarihli esas baskıda bu kelime “compréhensiblé”dir. 1906’dan 1925’e kadar yapılmış diğer baskılarda ise “incompréhensiblé” olarak mevcuttur; fakat son baskıda (G.W., 1952) esas kelime olan “compréhensiblé”e geri dönülür. Her iki alternatifi de destekleyen argümanlar mevcuttur.]

[4] [Yalnızca 1952 baskısında bu cümle “çabalarımız karşısına ulaşılamaz bir engel olarak çıkıyor” şeklinde değiştirilmiştir.]

[5] [Freud bu meseleyi on yıl sonra “’Uygar’ Cinsel Etik ve Modern Nevrotik Hastalık” (1908d) ve tabii pek çok farklı makalesinde daha tartışmıştır.]

[6] [Bir sonraki dipnota bakınız.]

[7] [Mastürbasyonun kapsamlı bir tartışması için bkz. “Nevrozların Etiyolojisinde Cinsellik (1898a)”]

[8] “Irritability”, ç.n.

[9] Kaygı nevrozunun belirti bilimi ve etiyolojisi için yukarıda bahsi geçen makaleme bakınız [Freud, 1895b]

[10] [Bu, kelimenin ilk basılı kullanımıdır.]

[11] Bkz. Breuer ve Freud tarafından yazılan Histeri Üzerine Çalışmalar, 1895.

[12] [Bunu ve takip edenleri, Freud’un daha sonraki yorumları ile birlikte yapılmış olan daha bütünlüklü bir tartışma ile, savunma nöro-psikozları üzerine ikinci makalesi ile, karşılaştırınız.]

[13] [Soru işareti esas metinde de bulunur.]

[14] [1896 tarihli esas baskıda bu kelime (called for, ç.n.) ‘régi (‘governed’)’dir. 1906’dan 1925’e kadar yapılmış olan baskılarda ise aynı kelime ‘exigé’ (called for) dir; lâkin son baskı (G.W. 1952) orijinal ‘régi’ kelimesine geri döner.]

[15] [Bu son 4 paragrafta tartışılan problem Freud tarafından daha uzunca savunma nöro-psikozları üzerine ikinci makalesinin birinci bölümündeki bir dipnotta tartışılmıştır.]

[16] [Bkz. Freud’un konu üzerine iki makalesi: 1894a ve 1896b.]

[17] [Freud 30 yıl sonra, Ketvurmalar, Belirtiler ve Kaygı’nın (1926d) VIII. Bölüm’ünün sonunda, bunu yeniden vurgular, Standard. Ed., 20, 143: “Şüphe yoktur ki histeri dişilliğe, obsesyonel nevrozun erillikle arasındaki yakınlığa benzer bir yakınlığa sahiptir.”]

[18] [Bu kavramın Freud tarafından basılı ilk kullanımıdır. “Proje’de” (1895) görülür, Standard. Ed., 1, 336.]

[19] [“Nevroz seçimi” sorunu Freud’un ilgisini çekmeye başlamıştı.]

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu