Metin

Kör Mesih Üzerine – Tarık Cemre Ağsar

Yolun tebessümü, yolcunun yalnızca emin olduğu şeydir. Yol/da olmak sürecin başlangıcını ya da sonluluğuna dair bir şeyler söylemez, durumu vurgular sadece. Söylemin sesini işitmek için bazen sesli okuruz ya da okuturuz. Belki güncel olana talep yeni olduğu için veya eskiye dair izler taşıdığı içindir. Bir yabancı, bir meydana gelir ve bir şeyler anlatmaya başlar. Ne anlattığını ancak işittikten sonra bilebilir, dinleyebiliriz. Duyar mıyız? Duymak ile işitmenin yani söylemin sesinin nereye isabet ettiği ve ıskaladığı hiç de manidar değil aksine yapıdır. Yabancının işitilmemek gibi kaygısı yoktur, çünkü işitiliyordur. Ancak söylediklerini duyan birileri var mıdır? Var ise bunu sürdürebiliyorlar mı? İşte bizim için manidar olan burasıdır: yol/da olmak. Yabancı bildiğini anlatır ve bu bildiğini verdiği taktirde vazifesini yerine getirmiş, sorumluluğunu duyan kişi unutana kadar askıya almıştır. Yabancının varlığı öteki için duyduğu kadar değildir, duymadığı an ise bildiklerinin tümünü bilmek arzusuyla takip edecektir. Lakin bu değişmiştir, yabancı yerini yazarlara, üniversitelere; ses ise yazıya bırakmıştır. Eskiye dair iz buradadır, yazının ötesinde sestedir. Şehrazat, masallarına ara verirken, devamı olduğunu bildirir, bildirir ki kendisi için tayin edilmiş felaket ertelensin. Bu ertelemenin keyfiyeti ise sultandadır. Şehrazat felaketini erteler, sultan ise masalın bitmesini. Yani Şehrazat’ın yolu, yolda düzülüyor. Bu sebeple bir sona dair konuşmak onun için imkânsız, sultan içinse hoşnutsuz duruyor. Şehrazat için yeni ise sürekli bir öncekinin devamı şeklinde, tıpkı bir anı izini çağrıştırırken başka anı izlerini olaya ister istemez katmamız gibi. Bu kısa girizgahı yazdım, üzerine çalışmak istediğim film için okumamı peşin ödemek istedim, öyle ki okuyucu ne bulabileceğini bilsin.  

Terapistin söylemi, danışan için söylediği bir kelimeyi tekrar etmesi değil, dönüp dolaştığı imgeseline attığı kancanın farkındalığıdır. Danışan bu oyunu yapar çünkü güvenlidir, anlattığı imgeler mevcut olanın keyfiyeti üzerinden ilerler, kaygısız ve tasasızdır. Şikâyet eder, söylenir. Hatta bu şikâyet ve söylenme onu terapiye getirir lakin terapistin müdahalesi yok veya yanlış ise onu keyifli limanından defetmez, süreci defneder. İlkin müdahaleyi, sonra süreci açmak yerindedir. Müdahale derken kastedilen onu konuşmaya teşvik etmek ya da susturmak değil; dilinin ötesinde dönen şeyleri duymak, duyduğunu duyurmaktır. Süreç ise sağaltımın odağında kalıp ilerlemektir. Danışan çalışmayı bırakır ya da bazen hiç bırakmaz. Hatta yıllarca süren çalışmaların izahı faydavari bir şeyden değil sadece bir şeylerin oluyor oluşundandır, bir şeyler oluyor ama oluyor. Freud’un (2016), “Bastırılmış her şey bilinçsiz kalmak zorundadır…” cümlesi ile kastettiği çalışmanın sonluluğuna dair değil, sürecin henüz var olmayışınadır. Psikanaliz bunu muktedir kılmaz aksine (psikanaliz) kendi varlığını gerekçelendirir. Dil, vazifesi olan sesi analiz olsun ya da olmasın işittirecektir. Lakin bu öncesinde olduğu gibi (ya da hep olduğu gibi) kendiliğinden oluyormuşçasına gerçekleşecektir. Farkındalık kelimesini uzun yıllardır diline pelesenk eden psikolojinin terapi için ıskaladığı şey terapistin farkındalığını halihazırda kabul ediyor oluşudur. Peki durum böyle midir? Kendi sürecinden yoksun bir dinleyici bazen konuşanı değil kendisini duymaktadır ve verdiği yanıt ben’e dairdir, ötekine değil. 

El Cristo Ciego (2016) Türkçe’ye Kör Mesih olarak çevrildi. Film, Michael’in sakatlanan eski bir arkadaşına mucize gerçekleştirmek için çıktığı yolculuğu anlatıyor. Kendisinin peygambervari olduğuna dair bir söylemi olmasa da yaşadığı çevrede “peygamber, yalancı peygamber” şeklinde anılıyor. Peki neden kör? Kör olmak görmek eyleminin ötesindedir, inançtadır. Bizler bu okumayı yukarıda yaptığım girizgahın bağlamında okuyacak ve yorumumuzu öteye taşıyacağız. Peki ötede ne var? Ötede işitilmek ve işitilenin sağaltıma olan inancı mevcut; bu yapının kurulması pek de manidar değil. Tevrat okuyucusunun Ben’e olan tanışıklığı ne söylemeye çalıştığımızı apaçık edecektir. Kurtarıcı ya içkindir ya da aşkındır ama eminiz ki kurtulan/kurtulması gereken bizleriz. Michael gerçekleştireceği mucize için yola çıkmadan evvel ayakkabılarını ardında bırakıyor, çıplak şekilde devam ediyor. Ardında kalan şey ayakkabının işlevi değil, varlığı. Sağaltım için yüzlerce ekolün izlerini taşıyan birtakım formüller tam olarak işlevselliği için anılıyor, anlatılıyor. Lakin yine bir şeylerin kabulü sayesinde kaçınılmaz olan gerçekleşiyor; sağaltımın muktedirliği. Semptomun ortadan kaldırılışı/kalkışı gaye olduğu taktirde sağaltım için elbette alan açılıyor. Zira ıskalanan şey semptomun yer değiştirmesi. Mesih’in kör oluşu acizliğinden değil, varlığının reddinden geliyor. Varlığının reddi tümden kabulle gerçekleşiyor, Michael için inanç doğrudandır, aracıya ihtiyaç yoktur. Kendisinin bir araç olduğu gerçeğini ise inancı kabul ettiği taktirde kelimelerini değil, etini vermesiyle inkâr ediyor. Bu inkâr ise körlükle mümkün, beyazdan bir gökyüzü değil bembeyaz olan her şey…  Michael’in söylemi yurtsuz kalmayıp, ona inananlarla yaşıyor. İnananların ihtiyacı nasıl olduğuna dair değil, nedene dair; nasıl sorusunun yanıtı kutsallıkta yattığından, mucizenin gerçekleşeceğine, dair olan inancıyla birlikte ortaya çıkıyor. Lakin neden için ise durumu muallak. Zupancic’in (2011), “…’özne aracılığıyla nedensellik’ ya da ‘Öteki aracılığıyla nedensellik’ değil, nesne aracılığıyla nedenselliktir.” yorumunu bu tekil nedensellik için açmak gerekirse; söylemi dile getiren Mesih değil, etini vererek kendi varlığını inkâr eden ve böylelikle artık bir özne değil nesne olarak var olabilen şey. Bizler bu tekil nedensellik doğrultusunda peyda olan sağaltım üzerinden konuşacağız.

Mesihi takip etmek için gözleriniz görmesi ya da görmemesi mühim değil, yürüdüğünüz yol elzem. Yürünen bu yol, sağaltımın nedenselliği için kendi başına bir cevap niteliği taşıyor. Sağaltım için şart koşulan durumlarından birisi rızadır[1], rızanız yoksa sizinle çalışılamaz. Rızanız varsa zaten bir şeyler vermeye başlamışsınızdır, ilkin inancınızı. Sağaltımın bir mucize olduğunu düşleyelim ve bu durum için başvurulan her şey, cümlenin başında yaptığımız gibi, düşlemekten geçer. Michael’e anlatılan hikâyede İsa, uyuyamayan birisine dua etmektedir ve uyumasını talep eder. Michael ise bu durumun bir mucize olmadığını söyler. Lakin bu çocuk için mucizedir çünkü uyuyamıyordur. Sağaltım, ihtiyacı olan yani alan için fark etmezken verenler için bir pazar alanıdır ve herkes olabildiğince bağırır. Doğru bir şeyin tanımını yanlış üzerinden yaparız. Bununla birlikte üç müdahale gerektirir: doğru ise yanlış değildir, yanlış ise doğru değildir; doğrudur ancak yanlış olabilir, yanlıştır ancak doğru olabilir veya doğruydu artık yanlış, yanlıştı artık doğru. Doğru üzerinden izah edelim; doğrudur çünkü tecrübe ettim, doğru olduğundan emin değilim ama tecrübe edenleri dinledim, doğru değildi ancak tecrübemden sonra doğru olduğundan eminim. Terapinin pratiği ile teorinin ayrışması burada mümkün. Teorinin doğruluğu üzerinden farazi bir konuşma onu mümkün kılabilir ve nitelik yönünden kıstası pratiğin alanıdır. Lakin doğru ile yanlış burada bir diyalektik içine girer; özneldir. Psikoloji evrensel olabilir lakin psikoterapi kültürle bir ilişki içindedir, bu yüzden bu üç müdahale kritik ve elzemdir. Ancak Mesih için doğru olan ötekinin alanında belirir, değişkenden öte yani doğru ve yanlış mucize ile örtüşebilir. Vahiy dinlerin bu ortak okuması birbirlerini destekler ve öteye taşır, ötede ise yol vardır. Terapi pratiğinden ayrıldığı yer ise sağaltımın ben’e dair olmasıdır, bir günah çıkarma değil. Lakin film boyunca bir günah ya da günahın ilişiği sonucu yaşanan bir durumdan söz etmiyoruz. Bu şunu gösterir -ki yukarıda kurduğumuz denklem boşa çıkacaktır-: mümkün, lakin arzusunun peşinden giden danışan değil, Mesih’in kendisidir. Bu arzu meselesini sağaltımın ötesinden okuyalım; sağaltımın kendisi bir arzu meselesi olabilir, olmayabilir ancak bizim konuyu ele alışımızın kendisi yol ve yolda olmaktır.

Michael’in anlattığı öyküler, kendi anı izlerinden kendi yorumu ve didaktik bir ağızdan çıkar. Didaktik vurgusunu düşme nedenimiz ise “Sana bir hikâye anlatacağım.” söylemidir. Hikâyenin anlatım yeri ve önemi ise kendi hikayesinin bütünlüğü bakımından sistematik, örgülüdür. Freud’un (2016b), “Birisi başka bir insanın dinini değiştirmek istediği zaman en doğalı onu kendi dinine döndürmesi değil midir?” savı yeni bir dinin ortaya çıkışı üzerinedir. Musa hipotezinde ele aldığı mesele Musa’nın ortaya attığı din anlayışının doğru ya da yanlış olandan ziyade Musa’nın kendi inancını yaymak olduğunu söyler (Freud, 2016b). Burada ortak küme ise inançlı ya da inançsız olsun hepsinin hali hazırda aynı dine inanıyor oluşudur. Ancak şöyle bir nüans vardır ki o da inancın tekdüze olması ve yapıyor olmak için yapmaktır. Michael çocukları vaftiz ederken onu eleştiren adam, tayin eden bir kilise olmadığı için bu törenin kutsal sayılmayacağını dile getirir, lakin nedeni üzerine bir düşüncesi yoktur. Kilise gösterenin eksikliği hali hazırda eleştiri için alan açmıştır. Yeni olan her şeye itiraz buradan doğar; belki de sağaltım için sistematik bir düzeni arzulayan insanların en büyük kaygısı sistemin yeni olmasıdır, yeni olan halihazırda mevcut olanı dışarıda bırakacağı için talep ederler ama asla istemezler. Michael’in getirdiği yeni olan şey ise araçsız bir iletişimdir. Dua etmek için bir araca ihtiyaç olmadığını dile getirir ancak konuşanın asla kendisini duymaması gibi bir sorun vardır; kendisi aracın ta kendisidir. Terapistin konumunu buradan duyabilmek için daha ne denli açabilirim, bilmiyorum. Terapist konuştuğu taktirde arzusu duyurmak mıdır yoksa duyduğunu bildirmek midir ya da bir şey yapıyor olmak mıdır? Freud (2020), “Analist inceleme altındaki malzemeyi ne tecrübe etmiş ne de bastırmıştır; onun görevi hiçbir şeyi hatırlamak olamaz. Öyle ise onun görevi nedir? Onun görevi unutulanı ardında bıraktığı izlerden çıkarmak ya da daha doğrusu, inşa etmektir. İnşalarını analiz edilen hastaya ileteceği zaman ve bunu yaparken takınacağı tutum ve bunlarla aynı zamanda sunduğu açıklamalar, kendine ve hastaya düşen, analiz işinin iki kısmı arasındaki bağlantıyı oluşturur“. Bu inşa için inceleme altındaki malzemeyi kullanır ancak bir talep doğrultusunda değil, çünkü talebe cevap vermek başka bir limana açılmaktır, analistin kendisini güvende hissettiği yere.

Vahiy dinlerin halkası inanç ile bağlanır. İnanç bu durumun ekonomisini tayin etse de yazının zamanla görüntüsü değişmiş hatta Latince’den aforoz olan kutsal kitap gibi halka arz olmuştur. Her koyun kendi bacağından asılır göndermesi bunu destekler ve dokunmayan yılanvari bir duruma bürünür. Bundan ise peyda olan şey peygambervari oluşumların tümüdür. Yaşadığımız yüzyıl itibari ile insana ya da kutsal kitaba ihtiyaç duyulmaksızın insan kendi yasasını tayin edebilir ancak bu bir yasanın gözetiminde mümkündür. İçişlerinde serbest olup dışişlerinde başka bir ülkeye bağlı olan ülkeleri düşünebiliriz bu bağlamda. Peki bu peygambervari oluşumlar için Öteki mevcudiyet halinde midir? Pek ala olabilir, olması da muhtemeldir. Farklı psikoterapi çalışmalarının kendilerini akladığı yer burasıdır, içişlerinde serbesttirler ancak meslek yasası altında bir yasa ile sözde kastrasyon olmak isterler. Michael’in yürüdüğü yol benzerlik taşır lakin aynı şey değildir. Vermek istediği şey sağaltım değil, mucizedir ve bunu ötekinin kudreti ile yapmak ister. Kastrasyon olduğu yer ise kendisinden öncekine tekrar tabii olduğu yani babasının yanına tekrar döndüğünde. Bu öncekinin varlığı ise sabittir, dinamik bir eksende gözükse de ne ise o olduğu yönde bir son ile perde kapanır. Tabii psikoterapiyi düşündüğümüz an durum ne kadar renk vermese de danışan için bir şey olmuştur, bedel ödemiştir. Kendisine dair anlattıklarını düşündüğümüzde onu işiten birisinin/ duyan birisinin varlığı bir etkidir ancak tepkiyi değerlendirmek ne yazık ki bazen mümkün olmayabilir.

 

[1] Henüz yazma aşamasındayken bir arkadaşımla görüşlerimi paylaştım, kendisi “rıza” kelimesinin kullanımı ve yeri için kaygılıydı, yerinde olan bu kaygı okuduğunuz dipnotu düşmeme alan açtı. Burada kast edilen sağaltımın rıza bekleyip, beklemediği değil ya da sağaltım yönünde arzusu olan birisinin yeteri kadar rıza gösterip göstermediği hiç değil.. Burada vurgulamak istediğim şey ebeveyn, partner ya da kolluk kuvveti aracılığıyla şart koşulan sağaltım.

Kaynakça

Freud, S. (2016). Bilinçsiz-olan. (Ç. Tanyeri, Çev.) İstanbul: Telos.

Freud, S. (2016b). Dinin Kökenleri, Musa ve Tektanrıcılık. (S. Budak, Çev.) İstanbul: Öteki.

Freud, S. (2020). Analizde İnşalar (1937). (İ. Ş. Ateş, Çev.) https://freudcupsikanalizdernegi.com/analizde-insalar-1937-sigmund-freud/

Murray, C. (Yöneten). (2016). El Cristo Ciego [Sinema Filmi].

Zupancic, A. (2011). Neden Psikanaliz? (B. E. Aksoy, Çev.) İstanbul: Metis.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu