Çeviri

Psikanaliz Uygulayan Hekimlere Öneriler (1912) – Sigmund Freud

   Burada öne sürdüğüm teknik kurallara benim pek çok yıllık deneyimim süresinde, beni diğer yöntemlerden vazgeçmek zorunda bırakan talihsiz sonuçların ardından varıldı. Pekâlâ görülecektir ki bunlar (ya da pek çoğu) tek bir kuralda özetlenebilirler. Umudum bunların gözleminin analiz uygulayan hekimleri ziyadesiyle lüzumsuz çaba göstermekten esirgemesi ve onları dikkatsizlikten korumasıdır. Ne var ki bu tekniğin benim şahsıma uygun olan yegâne teknik olduğunu iddia ettiğimi açığa kavuşturmalıyım; oldukça farklı şekilde yapılanmış bir hekimin kendisini hastaları ya da karşılaştığı görevler tarafından başka bir tutumu takınmaya itilmiş bulabileceğini inkâra teşebbüs etmeyeceğim.

   (a) Günde birden fazla hastayı tedavi eden bir analisti bekleyen ilk problem ona en zoru gibi gözükecektir. Bu, sayısız ismi, tarihi, ayrıntılı hatıraları ve aylarca ve yıllarca süren tedavi süresince her bir hastanın anlattığı patolojik ürünleri akılda tutma ve bunları eş zamanlı olarak tedavi gören ya da daha önceden tedavi görmüş hastaların ürettiği benzer malzemeler ile karıştırmama görevidir. Şayet birisinin günde altı, sekiz ve hatta daha fazla hastayı analiz etmesi gerekiyor ise bunu başarmak için gereken hafıza becerisi bilgisiz gözlemcilerde kuşkuculuğa, şaşkınlığa ve hatta acımaya neden olacaktır. Böylesi bir malzeme bolluğunda ustalaşmayı mümkün kılan tekniğe yönelik merak hissedilecek ve beklenti bu amaç için bazı özel çarelere gerek duyulduğu yönünde olacaktır.

   Ne var ki bu teknik oldukça basittir. Göreceğimiz üzere herhangi bir özel çarenin (hatta not almanın bile) kullanımını reddeder. Yalnızca bir kimsenin dikkatini herhangi bir şeye yöneltmemesini ve tüm duydukları karşısında aynı “yansızca-bekletilen dikkati” (söylediğim gibi)[1] muhafaza etmesini içerir. Bu yol ile kendimizi dikkatimize binen ve her gün birkaç saat boyunca başa çıkılamayacak olan yükten korur ve kastî dikkatten ayrılamaz olan bir tehlikeden kaçınırız. Zira birisi dikkatini belirli bir dereceye kadar kasıtlı olarak yoğunlaştırdığı an karşısındaki malzemeden seçmeye başlayacaktır; bir noktada zihni belirli bir berraklıkla sabitlenecek ve diğerleri buna binaen reddedilecek ve bu seçimi yapmakla o beklentilerini ve eğilimlerini takip ediyor olacaktır. Ne var ki, tam olarak bu, yapılmaması gerekendir. Bu seçimi yapmakla şayet beklentilerini takip ediyorsa, o, hiçbir zaman, çoktan bildikleri dışında bir şeyi bulamama tehlikesi içerisindedir; ve şayet eğilimlerini takip ediyorsa algıladığı şeyi mutlak suretle tahrif edecektir. Unutulmamalıdır ki birisinin duydukları çoğunlukla anlamları ancak daha sonradan tanınan şeylerdir.

   Görülecektir ki her şeye eşit dikkati vermek hastadan başına gelen her şeyi hiçbir eleştiri ve seçim olmaksızın anlatmasını bekleyen talebin zorunlu karşılığıdır. Şayet doktor aksi şekilde davranırsa hastanın “psikanalizin temel kuralına” itaatinden kaynaklanacak avantajların pek çoğunu ziyan edecektir. Doktora yönelik kural şöyle ifade edilebilir: “O, müdahil olmak kapasitesindeki tüm bilinçli etkileri bir kenara bırakmalı ve kendisini tamamen “bilinçdışı hafızasına” teslim etmelidir”. Yahut tekniğin kavramları ile ifade edecek olursak: “Yalnızca dinlemeli ve aklında herhangi bir şeyi tutup tutmadığını kafaya takmamalıdır.”

   Bu tutum ile elde edilen ne varsa tedavi esnasındaki tüm gereksinimler için yeterli olacaktır. Çoktan ilişkili bir bağlamı biçimlendirmiş olan malzemenin bu öğeleri doktorun bilinçli emrine amade olacaktır; kalanı, henüz bağlantılanmamış ve kaotik düzensizlikte olduklarından evvelâ gizli gözükür ancak hasta, ilişkili olabilecek ve devam ettirilebilecek yeni bir şey ortaya çıkarır çıkarmaz, kolayca hatırlanmaya başlar. Birisi bir hatırayı bir yıl sonra yeniden ürettiğinde hastanın ona sunduğu hak edilmemiş “olağanüstü bir hafıza” övgüsü bir tebessüm ile kabul edilebilir hâlbuki hususu hatırlamak konusundaki bilinçli bir kararlılık muhtemelen başarısızlıkla sonuçlanırdı.

    Hatırlama sürecindeki bu hatalar yalnızca kişinin konuya has bireysel bir ilgi tarafından rahatsız edildiği zamanlarda ve mekânlarda vuku bulur – öyle ki bu durumlarda bir kimse ideal analist standartlarının ciddi şekilde altına düşer. Malzemenin diğer hastaların ortaya çıkardıklarıyla karıştırılması oldukça nadirdir. Hasta ile belirli bir şeyi söyleyip söylemediği ya da nasıl söylediği konusunda bir ihtilafa düşülen yerlerde doktor genellikle haklıdır[2].

   (b) Analitik seanslar esnasında tam notlar almayı, stenografik kayıtlar tutmayı vb. tavsiye edemem. Bunun bazı hastalar üzerinde sebep olduğu olumsuz etki dışında, dikkat konusunda ileri sürülen düşünceler burada da geçerlidir[3]. Malzemeden zararlı seçim bir kimse not yahut steno tutarken de zorunlu olarak gerçekleştirilecektir ve birisinin duyduklarını yorumlamaya hasredilmesi çok daha iyi olacak olan zihinsel aktivitesi bu seçime bağlı kalır. Bu kurala olayların tarihleri, rüyaların içerikleri ya da kolaylıkla bağlamlarından koparılabilecek ve örnekler olarak bağımsız kullanıma[4] uygun olabilecek belirli kayda değer olayların istisna kabul edilmesi yönünde bir itiraz yöneltilemez. Fakat ben bunu yapma alışkanlığına da sahip değilim. Örnekler düşünüldüğünde, ben bunları akşam vakti işler bittikten sonra akıldan yazmaktayım; önem verdiğim rüya içeriklerine gelince, hastaya o bunları ilişkilendirdikten sonra tekrar ettiriyorum ve böylece bunları zihnimde sabitleyebiliyorum.

   (c) Seans esnasında notlar almak belki de olguya dair bir bilimsel çalışma yayınlamak niyetiyle gerekçelendirilebilir. Genel zeminde bu güçlükle reddedilebilir. Yine de analitik olgu öykülerinin beklenebileceğinden daha az değerli olduğu akılda tutulmalıdır. Kesin olarak söylemek gerekirse onlar “modern” psikiyatrinin bazı çarpıcı örneklerini sunduklarına dair yalnızca göstermelik bir kesinliğe sahiptir. Onlar, bir kural olarak, okuyucuyu yorarlar ve buna rağmen onun analizdeki gerçek mevcudiyetinin ikamesi olmayı başaramazlar. Tecrübe gösterir ki okuyucular bir analiste inanmaya gönüllülerse onun malzemesi üzerinde gerçekleştirdiği hafif değişikliklere güveneceklerdir; ancak şayet analizi ve analisti ciddiye almaya gönüllü değilseler tedavinin kelimesi kelimesine tutulmuş kayıtlarıyla da ilgilenmeyeceklerdir. Görünüşe göre bu, psikanalitik raporlarda bulunan ikna edici delillerin yetersizliğine çare değildir.

   (d) Hiç şüphesiz psikanalizin ayrıma yönelik iddialarından birisi onun araştırma gerçekleştirişi ile tedavisinin denkliğine dairdir; yine de belirli bir noktadan sonra, birisi için gereken teknik diğeri için gerekene zıt düşecektir. Tedavi devam ederken bir olgu üzerinde bilimsel olarak çalışmak iyi şey değildir – bilimsel ilginin talep edeceği üzere yapısını parçalara ayırmak, daha ileri gelişmeleri öngörmek ve zaman zaman mevcut durumun bir görüntüsünü elde etmek. Daha başlangıçtan bilimsel amaçlara adanmış ve buna göre tedavi edilmiş olgular bunların sonuçlarının acısını çekerler; hâlbuki en başarılı olgular, sanki, birisinin görünüşte hiçbir amaç olmadan, kendisini onlardaki her türlü yeni yön değişikliğinin sürprizince alıp götürülmeye bıraktığı ve daima onlarla her türlü ön varsayımlardan arındırılmış açık bir zihinle karşılaştığı vakalardır. Bir analist için doğru davranış bir zihinsel tutumun ihtiyacınınkinden diğerine salınmak, olgular hâlen analizdeyken onlar üzerine spekülasyonlar geliştirmek yahut kara kara düşünmekten kaçınmak ve elde edilen malzemeyi ancak analiz sonlandırıldıktan sonra sentetik bir düşünce sürecine tâbî tutmaktır. Şayet biz çoktan bilinçdışının psikolojisi ve psikanalitik çalışma ile elde edebildiğimiz nevrozların yapısına ilişkin tüm bilgiye (yahut en azından esas bilgiye) sahip olsaydık bu iki tutum arasındaki ayrım lüzumsuz olurdu. Şu anda hâlâ bu hedeften uzağız ve şimdiye dek öğrendiklerimizi test etme ve bilgimizi daha da genişletme olasılığından kendimizi mahrum kılmamalıyız.

   (e) Meslektaşlarıma psikanalitik tedavi esnasında tüm duygularını, hatta insanî sempatisini bir kenara koyan ve zihinsel güçlerini operasyonu olabildiğince ustaca gerçekleştirmeye yoğunlaştıran bir cerrahı kendilerine model almalarını gereğinden ivedi bir şekilde tavsiye etmiş olamam. Günümüz koşullarında bir psikanalist için en tehlikeli olan duygu, bu yeni ve çok tartışmalı yöntemle diğer insanlar üzerinde ikna edici bir etki yaratacak bir şeye ulaşma konusundaki terapötik hırstır. Bu onu yalnızca işi için elverişsiz bir ruhsal duruma sokmayacak aynı zamanda onu iyileşmesi, bildiğimiz üzere, esas olarak kendisi içerisindeki güçlerin etkileşimine bağlı olan hastanın belirli dirençleri karşısında çaresiz kılacaktır. Analistte ihtiyaç duyulan bu duygusal soğukluğun gerekçelendirilmesi şudur ki bu her iki taraf için de en avantajlı koşulları oluşturmaktadır: doktor için kendi duygusal hayatına karşı arzu edilir bir koruma ve hasta için bugün ona sunabileceğimiz yardımın olabildiğince çoğu. Geçmiş zamanlardan bir cerrah vecizesi olarak şu sözleri seçmişti: “Je la pansai, Dieu le guérit.”[5] Analist benzeri bir şey ile tatmin olmalıdır.

   (f) Öne sürdüğüm farklı kuralların hangi amaç üzerinde birleştiğini görmek kolaydır. Tümü, hastaya şart koşulan “psikanalizin temel kuralının” doktor nezdinde bir karşılığını yaratmak niyetindedir. Nasıl ki hasta öz-gözleminin tespit ettiği her şeyi ilişkilendirmeli ve onu onlardan bir seçim yapmaya teşvik eden her türlü mantıkî ve duygusal reddiyelerini uzakta tutmalıysa doktor da kendisine anlatılan her şeyi yorumun amaçları doğrultusuna kullanabileceği ve gizli bilinçdışı malzemeyi hastanın vazgeçtiği seçimin namına kendi sansürüyle değiştirmeyeceği bir pozisyona sokmalıdır. Formüle edecek olursak: kendi bilinçdışını bir alıcı organ gibi hastanın verici bilinçdışına doğru çevirmelidir. Kendisini tıpkı mikrofonu iletmek için ayarlanan bir telefon alıcısı gibi hastaya göre ayarlamalıdır. Tıpkı alıcının telefon hattındaki ses dalgalarınca kurulan elektrik salınımlarını ses dalgalarına yeniden dönüştürmesi gibi doktorun bilinçdışı da kendisiyle iletişim kuran bilinçdışının türevlerinden hastasının serbest çağrışımlarını belirleyen bu bilinçdışını yeniden inşa etmelidir.

  Ancak doktor bilinçdışını analizde bu şekilde bir araç olarak kullanabilecek durumda olacaksa, kendisi de bir psikolojik koşulu iyi bir şekilde yerine getirmelidir. O kendi bilinçdışı tarafından algılanmış olanları bilincinden uzak tutacak hiçbir dirence göz yumamaz; aksi takdirde o bilinçli dikkatin yoğunlaştırılmasından doğacak etkilerden çok daha zararlı yeni bir seçim ve çarpıtma türünü analize getirecektir. Bunun için onun kendisinin yaklaşık olarak normal bir kimse olması yeterli değildir. Aksine, psikanalitik arınmadan geçmesi ve hastanın kendisine anlattıklarını kavramasına engel olabilecek kendi karmaşalarının farkına varması hususunda ısrarcı olunabilir. Doktorda böylesi kusurların ona yönelik menedici etkileri hususunda hiçbir makul şüphe olamaz; ondaki çözüme kavuşturulmamış her bir bastırma Stekel[6] tarafından ifade edildiği uygun şekliyle onun analitik algısında bir “kör nokta” oluşturur.

   Birkaç yıl önce birisinin nasıl analist olacağı sorusuna cevap vermiştim: “Kendi rüyalarını analiz ederek.”[7] Bu hazırlığın pek çok insan için yeterli olduğuna kuşku olmasa da analizi öğrenmeyi dileyen herkes için durum böyle değildir. Yahut herkes dışarıdan bir destek almadan kendi rüyalarını analiz etmekte muvaffak olamaz. Bu gerekliliğin altını çizmesini ve bunu diğer insanların analizini yapmak isteyen herkesin öncelikle uzman bilgisine sahip bir kimse tarafından analiz edilmesi talebinde somutlaştırmasını Zürih okulunun pek çok katkısından birisi sayıyorum. İşi ciddiye alan herkes, birden fazla avantaj sunan bu süreci tercih etmelidir; herhangi bir hastalık tarafından zorlanmadan bir kimsenin kendisini bir başka insana açması fedakârlığı fazlasıyla ödüllendirilecektir. Yalnızca birisinin zihninde saklı olanları öğrenme hedefi çok daha hızlı ve çok daha az duygulanım bedeliyle elde edilmez ayrıca birisinin kendi kendisine kitapları çalışarak ya da derslere katılarak sürdürdüğü nafile çabadan çok daha fazla etki ve ikna kazanılır. Ve son olarak öğrenci ve rehberi arasındaki bir kural olarak kurulan süreğen zihinsel temastan elde edilecek avantajı hafife almamalıyız[8]. Tahmin edilebileceği gibi, gerçekte sağlıklı olan böylesi birisinin analizi tamamlanmamış kalacaktır. Öz-bilginin ve öz-kontroldeki artışın yüksek değerini takdir eden herkes böylelikle, analiz tamamlandığında, kendi kişiliğinin analitik araştırmasını bir öz-analiz biçiminde sürdürecek ve kendi içerisinde olduğu kadar dış dünyada da daima yeni şeyler bulmayı beklemesi gerektiğinin farkına varmakla tatmin olacaktır. Ancak kendisinin analiz edilmesi tedbirini almayı küçümseyen bir kimse yalnızca hastalarından belli bir miktardan fazlasını öğrenmeye muktedir olamayarak cezalandırılmayacak, daha ciddi ve başkaları için tehlike arz edebilecek bir riski de göze alacaktır. Kolaylıkla, belirsizce kavramış olduğu kişiliğinin belirli bir kısmını dışarıya, bilimin alanına, evrensel geçerliliğe sahip bir teoriymiş gibi yansıtma ayartılmasına düşecektir; psikanalitik yöntemin itibarını sarsacak ve tecrübesiz olanları yolundan şaşırtacaktır.

   (g) Şimdi, doktorun tutumundan hastanın tedavisine geçişi sağlayacak birkaç başka kural daha ekleyeceğim.

  Genç ve hevesli psikanalistler hiç şüphesiz ki kendi bireyselliklerini hastayı kendileriyle birlikte taşımak ve onu kendi dar kişiliğinin engelleri üzerinden aşırmak için tartışmaya serbestçe dahil etmeye özeneceklerdir. Bunun, hastanın var olan dirençlerinin üstesinden gelmek amacıyla doktorun kendi zihinsel kusurlarından ve çatışmalarından bir görüntüyü hastasına sunmasının ve hastaya kendi hayatına dair özel bilgiler vermekle kendisini onunla aynı seviyeye yerleştirmeye muktedir olmasının, pekâlâ izin verilebilir ve hakikaten de kullanışlı olması beklenecektir. Güven güveni hak eder ve bir başkasından samimiyet talep eden herkes karşılığında bunu vermeye hazırlıklı olmalıdır.

   Fakat psikanalitik ilişkilerde meseleler sıklıkla bilincin psikolojisinin bizi beklemeye ittiğinden daha farklı şekilde gerçekleşir. Tecrübe böylesi bir duygulanımsal tekniğin lehine konuşmaz. Yahut bunun psikanalitik prensiplerden bir ayrılığı içerdiği ve telkinle tedaviye meylettiğini görmek güç değildir. Bu hastanın hâlihazırda bildiği ancak diğer yandan geleneksel dirençler ile bir müddet geri tutulan şeyleri daha erken ve daha az güçlükle öne sürmesine sebep olabilir. Fakat bu teknik bilinçdışı olanı hastaya açık etmeye yönelik hiçbir şeyi başarmaz. Hatta onu daha derin dirençlerini aşmakta daha da fazla yetersiz kılar ve daha şiddetli olgularda hastayı doyumsuz olmaya teşvik ederek kaçınılmaz olarak başarısız olur: hasta durumu tersine çevirmek ister ve doktorun analizini kendisininkinden daha ilginç bulur. Aktarımın çözülmesi de – tedavinin esas amaçlarından birisidir – doktorun bu samimi tavrı sebebiyle daha güç hâle gelir, dolayısıyla başlangıçta, nihayetinde kendisine ağır basılamayacak tek bir kazanç elde edilmez. Dolayısıyla böyle bir tekniği yanlış olmakla kınamakta hiçbir tereddüdüm yok. Bir doktor hastalarına karşı opak olmalı ve tıpkı bir ayna gibi, onlara kendisine gösterilenden başka bir şey göstermemelidir. Pratikte, şu doğrudur ki kısa sürede – örneğin, kurumlarda olduğu gibi, bu bir zorunluluk olduğundan – somut bir sonuç elde edebilmek için belirli miktarda analizi bazı telkine bağlı etkilerle birleştiren bir psikoterapiste söylenebilecek hiçbir şey yoktur. Fakat birisinin kendi yaptığından hiçbir şüpheye düşmemekte ısrarcı olmaya hakkı vardır ve şunu bilmelidir ki onun yöntemi gerçek psikanaliz değildir.

   Fakat burada doktor bir kez daha kendisini kontrol altında tutmalı ve kendi arzularındansa hastasının kapasitelerini rehber olarak almalıdır. Her nevrotik yüceltme konusunda büyük yeteneğe sahip değildir; birisi, şayet dürtülerini yüceltme sanatına sahip olsalardı, onların pek çoğunun hasta düşmeyeceğini varsayabilirdi. Şayet onları boş yere yüceltmeye zorlar ve en erişilebilir ve uygun dürtüsel tatminlerden ayırırsak hayatı genellikle onlar için çok daha herhangi bir durumda hissedeceklerinden çok daha güç hâle getiririz. Bir doktor, her şeyden evvel, hastasının zayıflıklarına karşılık hoşgörülü olmalı ve bir kimse, yalnızca makul ölçülerde olsa bile, çalışma ve keyif alma kapasitesinin bir kısmını geri kazanırsa bununla tatmin olmalıdır. Eğitici hırs bir terapötik hırs olarak çok az işe yarar. Dahası, bilhassa pek çok insanın dürtülerini organizasyonları tarafından izin verilenin ötesinde yüceltmeye giriştikleri için hastalandıkları ve yüceltme kapasitesine sahip bu insanlarda bu işlemin analiz tarafından ketlenmeler ortadan kalkar kalkmaz gerçekleştiği akılda tutulmalıdır. Bu nedenle, benim görüşüme göre, dürtünün yüceltilmesini sağlamak için analitik tedaviden yararlanma çabaları, şüphesiz her zaman övgüye değer olmakla birlikte, her durumda tavsiye edilebilir olmaktan uzaktır.

   (i) Tedavide hastanın entelektüel iş birliği ne ölçüde aranmalıdır? Bu noktada genellikle geçerli olabilecek bir şey söylemek güçtür: hastanın kişiliği belirleyici etkendir. Lâkin her durumda bu bağlamda tedbir ve öz-sınırlama gözetilmelidir. Hastaya anılarını hatırlaması ya da hayatının belirli bir dönemi üzerine düşünmesi gibi görevler belirlemek yanlıştır. Aksine, her şeyden evvel – hiç kimseye kolaylıkla gelmeyen bir şeyi – bir şey üzerine düşünmek ya da dikkati yoğunlaştırmak gibi zihinsel eylemlerin nevrozların bilmecelerinden hiçbirini çözmediğini öğrenmelidir; bu ancak bilinçdışına veya onun türevlerine yönelik tüm eleştirilerin dışlanmasını emreden psikanalitik kurala sabırla itaat ederek yapılabilir. Bir kimse tedavileri esnasında entelektüel tartışmalara sapma sanatını icra eden, kendi durumları hakkında oldukça fazla ve akıllıca spekülasyonlar gerçekleştiren ve bu yolla onu aşmak için herhangi bir şey yapmaktan kaçınan hastalar karşısında bu kuralın itaati hususunda bilhassa inatçı olmalıdır. Bu sebeple analitik yazıları hastalarım karşısında kendime yardımcı olarak kullanmayı sevmiyorum; onlara kişisel deneyimlerle öğrenmeyi zorunlu tutuyorum ve onlara tüm psikanalitik literatürün kendilerine öğretebileceğinden daha kapsamlı ve daha değerli bilgiler edineceklerine temin ediyorum. Bununla birlikte, kurumsal koşullar altında, analizdeki hastalar için bir hazırlık olacak ve bir etki atmosferini oluşturacak bir araç olarak okumalara başvurmanın büyük avantaj sağlayabileceğini kabul ediyorum.

  Ebeveynlerin veya akrabaların güvenini veya desteğini kazanmak için onlara giriş niteliğinde veya ileri düzeyde psikanalitik kitaplar verme girişimine karşılık son derece samimi uyarılarımı sunmalıyım. Bu iyi niyetli adım, genellikle, akrabaların tedaviye yönelik tabiî muhalefetini – bir muhalefet ki er ya da geç ortaya çıkacaktır – vaktinden evvel getirme etkisine sahiptir ve böylece tedavi hiçbir zaman başlayamaz bile.

   Psikanalistlerin artan tecrübesinin nihayetinde teknik üzerine sorular ve nevrotik hastaların tedavisinin en etkili yöntemi hususlarında bir mutabakata varacağına yönelik umudumu ifade etmeme müsaade ediniz. Psikanalistlerin (hastaların) akrabalarına sundukları tedaviler hususunda kendimi tamamen zararda gördüğümü ve genel olarak onlara yönelik herhangi bir bireysel tedaviye çok az inancım olduğunu itiraf etmeliyim.

Çeviride metnin Psychoanalytic Electronic Publishing (PEP-WEB) ’te mevcut olan İngilizce çevirisi esas alınmış olup gerekli görülen noktalarda İngilizce çeviri metnin Almanca esası ile karşılaştırılmıştır.

Standard Edition baz alınarak yapılan çevirilere aşina olanlarca bilineceği üzere köşeli parantez içerisindeki dipnotlar James Strachey’e, diğer dipnotlar ise Freud’a aittir. Ben ise dipnotlarımın sonuna “ç.n.” ibaresini ekledim.

Çeviren: Şahin Ateş

[1] [Bu gönderme “Küçük Hans’tan” (1909b) cümleyeymiş gibi gözükür, Standard Ed., 10, 23, lâkin burada isimlendirme nispeten farklıdır. Mevcut ifade daha sonrasında “Two Encyclopedia Articles’ta” (1923a) görülür, Standard Ed., 18, 239.] Öncelikle ifadenin buradaki Almanca karşılığı “gleichschwebende Aufmerksamkeit’tır” Strachey’nin “Küçük Hans’ta” göndermede bulunduğu cümle ise şudur (italikler bana ait): “Şimdilik yargımızı erteleyecek ve yansız dikkatimizi gözlenecek her şeye yönlendireceğiz.” (Olgu Öyküleri I çev. A. Eğrilmez, İstanbul: Payel, 1998: 166). İlgili makalenin Alix ve James Strachey tarafından gerçekleştirilen İngilizce çevirisinde kullanılan ifade “impartial attention’dır” ve son olarak buradaki Almanca karşılık ise “gleicher Aufmerksamkeit’tır”, ç.n.

[2] Bir hasta, doktor kendisini olağanca üstünlüğüyle bunun ilk kez ortaya çıktığına ikna edebilse de sıklıkla mevzubahis şeyi geçmişte de söylemiş olduğunu iddia edecektir. Sonradan, hastanın daha önce bunu söylemeye niyetli olduğu, ancak varlığını hâlâ sürdüren bir direnç ile niyetini yerine getirmesinin engellendiği ortaya çıktı. Niyetini hatırlayışı, onun için, edimini hatırlayışından ayırt edilemezdi. [Freud kısa bir süre sonra bu noktayı analiz esnasında vuku bulan “Fausse Reconnaissance’a” dair makalesinde (1914a) genişletti, Standard Ed., 13, 201].

[3] [Aynı etkiye dair bir dipnot Freud tarafından “Sıçan Adam” olgu öyküsüne düşülmüştür (1909d), Standard Ed., 10, 159.] Strachey’nin göndermede bulunduğu dipnot şudur: “Aşağıdakiler sağaltım gününün akşamında yazılan notlara dayanmaktadır ve hastanın sözlerinden anımsadıklarıma olabildiğince sadıktır. Sağaltım sırasında hastanın söylediklerini not alma eyleminin karşısında olduğumu belirtmenin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Hekimin dikkatinin azalması hastaya olgu öyküsünün yeniden yazılması sırasında gerçekleştirilebilecek kesinlik artışından daha çok zarar verir” (Olgu Öyküleri II çev. A. Eğrilmez, İstanbul: Payel, 1996: 36), ç.n.

[4] [Muhtemelen bilimsel amaçlar için.]

[5] [“I dressed his wounds, God cured him.” Söz Fransız cerrah Ambroise Paré’ye (1517-1590) atfedilir.] Sözü, Strachey’nin İngilizce çevirisini dikkate alarak şu şekilde Türkçeleştirebiliriz: “Ben yaralarını sardım, Tanrı onu iyileştirdi.”, ç.n.

[6] [Stekel, 1911a, 532.]

[7] [Gönderme Freud’un Clark Üniversitesi’ndeki derslerinin üçüncüsünedir (1910a [1909]), Standard Ed., 11, 33. Onun bu husustaki değişen görüşleri “Psikanalitik Hareketin Tarihi’ndeki” (1914d) bir Editör dipnotunda bulunabilir, Standard Ed., 14, 20-1.]

[8] [“Analysis Terminable and Interminable’ın” 2. Kısım’ında ifade edilen daha olumsuz görüşe bakınız (1937c). Freud’un en son yazılarından birisi olan bu makale, bu ve bir sonraki paragrafta ele alınan konuda pek çok farklı noktaya daha değinir (bilhassa 7. Kısım’da).]

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu