Çeviri

Rüya Yorumunun Bütününe Bazı Ek Notlar (1925)– Sigmund Freud

(A) Yorumlanabilirliğin Sınırları[1]

Rüya yaşamının her ürününün uyanık yaşamın diline eksiksiz ve güvenilir bir çevirisini (yani bir yorumunu) sunmanın mümkün olup olmadığı sorulabilir. Bu soru burada genel olarak değil, rüyaları yorumlarken içinde bulunulan koşullara atıflar ile işlenecektir.

Zihinsel faaliyetlerimiz ya yararlı bir amacın ya da acele bir haz elde etmenin peşinde koşmaktadır. İlk durumda ilgilendiğimiz şey entelektüel yargılar, eylem hazırlıkları veya bilgilerin diğer insanlara aktarılmasıdır. İkinci durumda bu faaliyetleri oyun ya da düşlem olarak tanımlarız. Yararlı olan ise (çok iyi bilindiği gibi) bizatihi yalnızca haz veren doyuma giden dolambaçlı bir yoldur. Sonuç olarak rüya görmek, aslında evrimsel bakış açısından ilk türden olan, ikinci türden bir faaliyettir. Rüyaların önümüzdeki sorumluluklar ile ilgili olduğunu veya günlük işlerimizdeki sorunlar için bir çözüm arayışı içinde olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Bu, bilinçöncesi düşüncenin işidir. Bu tür faydalı işler rüyalardan, başka bir kişiye bilgi aktarma yönündeki herhangi bir niyet kadar uzaktır. Bir rüya gerçek hayatın bir sorunu ile uğraştığında, onu kabul edilebilir bir düşünüm yoluyla değil, mantıksız bir arzu yoluyla çözüme kavuşturur. Bir rüyaya atfedilebilecek yalnızca bir yararlı görev, yalnızca bir işlev vardır ve bu, uykuyu kesintiden korumaktır. Bir rüya, uykunun sürdürülmesi yararına çalışan bir düşlem parçası olarak tanımlanabilir.

Buradan çıkacak olan sonuç şudur: Rüya kendi görevini yerine getirdiği sürece, gece boyunca ne rüya görülebileceği, uyuyan Ben[2] için bütünüyle önemsiz bir meseledir ve bu rüyalar işlevlerini en iyi, kişi uyandıktan sonra rüya hakkında hiçbir şey bilmediğinde yerine getirmiş olur. Aksi durum çok sık oluyorsa, rüyaları -yıllar ve on yıllar sonra bile- hatırlıyorsak, bu her zaman bastırılmış bilinçdışının normal Ben üzerinde bir hücumu olduğu anlamına gelir. Kendisine tanınmış bu imtiyaz olmasaydı, bastırılan, uykunun bölünmesi tehdidinin ortadan kaldırılmasına yardım etmeye rıza göstermezdi. Biliyoruz ki rüyaları psikopatoloji için önemli kılan şey işte bu hücum gerçeğidir. Eğer bir rüyanın güdüleyici gücünü açığa çıkarabilirsek, bilinçdışındaki bastırılmış itkiler hakkında beklenmedik bilgiler edineceğiz; ve öte yandan, eğer çarpıtmalarını ortadan kaldırabilirsek, gündüzleri bilincin ilgisini kendisine çekememiş olan ve içsel yansıtma şeklinde açığa çıkan bilinçöncesi düşünceye kulak misafiri olacağız.

Hiç kimse rüyaların yorumunu yalıtılmış bir faaliyet olarak gerçekleştiremez; bu, analitik çalışmanın bir parçası olarak sürdürülür. Analizde ilgimizi, ihtiyaca göre bazen rüyanın bilinçöncesi içeriğine, bazen de oluşumundaki bilinçdışı katkıya yöneltiriz ve çoğu zaman bir unsuru diğerinin lehine ihmal ederiz. Rüyaları analiz dışında yorumlama gayretinde bulunmak hiç kimseye hiçbir kazanç sağlamayacaktır. Kişi analitik konumun şartlarından kaçmakta başarılı olamayacaktır ve eğer kendi rüyaları üzerine çalışırsa kendisini analiz etmeye kalkışmış olacaktır. Bu açıklama, rüya yorumunu rüya görenin iş birliği olmadan gerçekleştirenler ve rüyaları yorumlarken sezgisel kavrayışa başvuranları kapsamayacaktır. Ancak, rüya görenin çağrışımlarını hesaba almaksızın gerçekleştirilen böylesi bir rüya yorumu, en iyi durumda bile değeri çok şüpheli olan, bilim dışı bir virtüözlük parçası olarak kalacaktır.

Bir kişi rüya yorumunu gerekçelendirilebilir yegâne teknik yöntem ile gerçekleştirdiğinde, başarının tamamen uyanık Ben ile bastırılmış bilinçdışı arasındaki direncin gerilimine bağlı olduğunu hemen fark eder. Analist açısından, (başka bir yerde açıkladığım gibi) “Direncin yüksek baskısı” altında çalışmak, düşük baskı altında çalışmaktan daha farklı bir tutum gerektirir. Analizde kişinin uzun bir süre boyunca, bilinmez olan ve bilinmez olarak kaldıkları sürece üstesinden gelmenin her surette olanaksız hale geldiği güçlü dirençlerle başa çıkması gerekir. Bu nedenle, hastanın rüya ürünlerinin yalnızca belirli bir bölümünün tercüme edilip kullanılabilmesi ve hatta bunun da çoğu kez tamamlanamaması şaşırtıcı değildir. Kişi kendi deneyimlerinden dolayı, rüyayı görenin yoruma çok az katkıda bulunduğu birçok rüyayı kavrayabilecek bir konumda olsa bile, bu tür yorumların kesinliğinin şüpheli olarak kalacağını her zaman hatırlamalı ve kendi varsayımlarını hastaya dikte etmekten çekinmelidir.

Eleştirel sesler derhal yükselecektir. Üzerinde çalışılan her rüyayı yorumlamak mümkün olmadığı için, kişinin tespit edebileceğinden fazlasını öne sürmekten vazgeçmesi ve bazı rüyaların yorumla anlam kazanacağını fakat diğerleri hakkında bilgisizlik içinde olduğumuzu söylemekle yetinmesi gerektiği yönünde itirazlar gelecektir. Ancak tam da yorumlamadaki başarının dirence bağlı olduğu gerçeği, analisti böyle bir tevazunun gerekliliğinden muaf tutar. Kişi, başlangıçta muğlak olan, rüyayı görenin direncini kıran talihli bir telaffuzdan sonra, hemen aynı saat içinde netleşen bir rüya deneyimine sahip olabilir. Hastanın o zamana kadar unutmuş olduğu bir rüya parçası aniden aklına gelebilir ve yorumu mümkün kılabilir; ya da karanlığa ışık tutabilecek yeni bir çağrışım yüzeye çıkabilir. Bazen, aylarca veya yıllarca süren analitik çabadan sonra, tedavinin başlangıcında manasız ve anlaşılamaz görünen, ancak bu esnada elde edilen bilgiler ışığında artık tamamen aydınlatılmış olan bir rüyaya geri dönüldüğü de olur.[3] Ve bir kişi ayrıca rüya teorisindeki çocukların örnek rüya ürünlerinin tutarlı bir şekilde net bir anlama sahip ve yorumlanması kolay olduğu argümanını göz önünde bulundurduğunda[4], mevcut durum her zaman bir yoruma ulaşılmasına olanak tanımasa da rüyaların çoğunlukla yorumlanabilir zihinsel yapılar olduğunu öne sürmek bir hayli meşru olacaktır.

Bir rüyanın yorumu keşfedildiğinde, bunun “eksiksiz” olup olmadığına, yani daha başka bilinç öncesi düşüncelerin de aynı rüyada ifade bulup bulamadığına karar vermek her zaman kolay değildir.[5] Bu durumda, bu sebeple diğer anlamı reddetmek zorunda hissetmeden, rüyayı görenin çağrışımlarına ve bizim duruma ilişkin kestirimimize dayanarak kanıtlanmış olan anlamı göz önünde bulundurmalıyız. Bu ispatlanmasa da imkân dahilindedir; rüyanın birçok anlamı içinde barındırabileceğine alışmak gerekir. Ayrıca, bundan her zaman yorumlama işinin eksikliğini sorumlu tutmamak gerekir; belki de sadece gizli rüya düşüncelerinin tabiatı bu şekildedir. Gerçekten de bir kişinin duyduğu bir sözün veya edindiği bir bilginin birçok yönden yoruma açık olup olmadığı ve aşikâr anlamın dışında farklı bir imaya sahip olup olmadığı konusunda kararsız kalması durumu, rüya yorumlama durumundan bağımsız olarak uyanık yaşamda da gerçekleşebilir.

Yeterince araştırılmamış olan ilginç bir durum da bir açık rüya içeriğinin somut fikirler ve bunlara dayanan soyut bir düşünce dizisini aynı anda ifade etmesidir. Soyut düşünceleri temsil etmek için bir araç bulmak, rüya çalışması için elbette ki zordur.[6]

(B) Rüyaların İçeriğinin Ahlaki Sorumluluğu

Bu kitabın [Rüyaların Yorumu] (“Rüya Problemi ile İlgili Bilimsel Literatür”ün tartışıldığı)[7] giriş bölümünde, rüyaların dizginlenemez içeriğinin çoğu zaman rüya görenin ahlak duygusuyla çeliştiği gerçeğinin üzüntü verici hissine yazarların nasıl tepki verdiğini göstermiştim. (Psikolojik ilginin sınırlarını aşan böylesi bir tasvir bana oldukça lüzumsuz göründüğü için, “suçlu” rüyalardan bahsetmekten kasıtlı olarak kaçınıyorum.) Rüyaların ahlaka aykırı nitelikleri doğal olarak, bunların herhangi bir psişik değerini reddetmek için yeni bir neden sağlamıştır: Eğer rüyalar düzensiz zihinsel aktivitenin anlamsız ürünleriyse, o zaman onların görünür içeriği için sorumluk kabul etmek için hiçbir gerekçe olamaz.

Rüyaların açık içeriğine ilişkin bu sorumluluk problemi, temel olarak yön değiştirmiş ve aslında Rüyaların Yorumu’nda verdiğim açıklamalar ile bertaraf edilmiştir.

Açık içeriğin bir aldatmaca, gerçeği maskeleyen bir dış görünüş olduğunu artık biliyoruz. Bunu etik yönden incelemeye ya da bunun ahlaki ihlallerini, mantıksal ya da matematiksel ihlallerinden daha fazla ciddiye almaya değmez. Rüyanın “içeriği”nden söz edildiğinde, atıfta bulunulması gereken yalnızca bilinçöncesi düşüncelerin ve görünüşün ardında olup yorum çalışması ile açıklığa kavuşturulan bastırılmış istekli itkinin içeriği olabilir. Yine de bu ahlaksız görünüşün bize yöneltecek bir sorusu vardır. Gizli rüya düşüncelerinin, açık içeriğe erişmelerine müsaade edilmeden önce katı bir sansüre maruz kalmaları gerektiğini duymuştuk. O halde, daha küçük meselelere güçlükler çıkaran bu sansür, nasıl oluyor da bu açıkça ahlaksız rüyalar üzerinde tamamen etkisiz kalabiliyor?

Cevap, erişilmesi kolay değil ve belki de tümüyle tatmin edici görünmeyebilir. Her şeyden önce, eğer bir kişi bu rüyaları yoruma tabi tutarsa, bazılarının sansürden kaynaklı olarak bozulmadığını, çünkü bunların esasen kötü bir anlamı olmadığını keşfeder. Bunlar masum böbürlenmeler ya da taklit maskesi takan özdeşleşmelerdir; sansürlenmemişlerdir çünkü doğruyu söylemiyorlardır.[8] Fakat diğerleri -ve kabul edilmelidir ki çoğunluğu- gerçekten de söyledikleri şeyi kastediyorlardır ve sansürden kaynaklı herhangi bir çarpıtmaya uğramamışlardır. Bunlar, ahlaksız, ensest ve sapkın itkilerin ya da öldürmeye ilişkin ve kuvvetli sadist arzuların bir dışavurumudur. Rüyayı gören kişi bu rüyaların çoğuna dehşet içinde uyanarak tepki verir ki bu durumda vaziyet artık bizim için anlaşılmaz değildir. Sansür görevini ihmal etmiştir, bu çok geç fark edilmiştir ve kaygı üretimi, es geçilen çarpıtma için bir ikamedir. Bu tür rüyaların daha başka örneklerinde, bu duygulanım ifadesi bile mevcut değildir. Sakıncalı olan mesele, uyku sırasında ulaşılmış olan cinsel heyecanın yüksekliğiyle desteklenir ya da uyanık bir kişinin bile kabul edebileceği bir öfke nöbeti, öfkeli bir ruh hali ya da acımasız düşlemlere düşkünlük ile benzer tahammül ile değerlendirilir.

Ancak analiz ile, sansürün çarpıtması ortadan kaldırıldığında, rüyaların çoğunun – masum rüyalar, duygulanımsız rüyalar ve kaygı rüyaları – ahlaksız – bencil, sadist, sapkın veya ensest – arzulu itkilerin doyumu olarak ortaya çıktığını keşfettiğimizde, bu açıkça ahlaksız rüyaların kaynağına olan ilgimiz büyük ölçüde azalır. Uyanık yaşamın dünyasında olduğu gibi, bu maskeli suçlular, siperliklerini kaldırılmış olanlardan çok daha yaygındır. Jocasta’nın Kral Ödipus‘ta[9] ima ettiği, bir kişinin annesiyle cinsel ilişkisine dair dolaysız rüyası, psikanalizin aynı anlamda yorumlaması gereken tüm rüyaların çokluğuyla karşılaştırıldığında nadirdir.

Bu sayfalarda [yani, Rüyaların Yorumu‘nda] rüyaların, aslında onların çarpıtılmalarına neden olan bu özellikleriyle o kadar etraflıca ilgilendim ki, artık bu konudan uzaklaşıp hızla önümüzde bekleyen probleme geçebilirim: Kişi rüyalarının içeriğinin sorumluluğunu üstlenmeli midir? Bununla birlikte bütünlük adına şu da eklenmelidir ki rüyalar her zaman ahlaksız isteklerin tatminini sağlamaz, ancak çoğu zaman bunlara karşı “ceza rüyaları” şeklinde kuvvetli tepkilerdir. Başka bir deyişle, rüya sansürü kendisini yalnızca çarpıtmalar ve kaygı oluşumuyla ifade etmekle kalmayıp, aynı zamanda ahlaksız mevzuyu tamamen ortadan kaldıracak ve onun yerine kefaret olarak kişinin arka planda neyin yer aldığını görmesine izin veren başka bir şeyi koyacak kadar ileri gidebilir. Ancak, rüyaların ahlaksız içeriğinin sorumluluğu sorunu, daha önce gizli rüya düşünceleri ve zihinsel hayatımızın bastırılmış kısmı hakkında hiçbir şey bilmeyen yazarların aksine artık bizim için mevcut değildir. Açıktır ki kişi, rüyalarının kötücül itkilerinden kendisini sorumlu tutmalıdır. Bunlarla başka ne yapılabilir ki? Eğer bir rüyanın (gerçek anlamıyla) içeriği yabancı ruhlardan esinlenmiyorsa, bu, kendi varlığımın bir parçasıdır. Eğer bende mevcut olan itkileri sosyal standartlara göre iyi ve kötü olarak sınıflandırmaya kalkışırsam, her iki tür için de sorumluluk üstlenmeliyim ve eğer, savunma olarak, içimde bilinmez, bilinçdışı ve bastırılmış olanın “Ben”[10] olmadığını söylersem, o zaman görüşümü psikanaliz temeline dayandırıyor olmayacağım, onun vardığı sonuçları kabul ediyor olmayacağım ve muhtemelen yakınlarımın eleştirileri, hareketlerimdeki kargaşalar ve duygularımdaki karışıklıklar yoluyla daha iyi eğitileceğim. Belki de inkâr ettiğim şeyin sadece içimde “olduğunu” değil, ayrıca benim dışımda da “hareket ettiğini” öğreneceğim.

Metapsikolojik anlamda bu kötü, bastırılmış içeriğin “Bana” ait olmadığı – ki bu ahlaki açıdan kabahatsiz bir birey olduğumu varsaymaktır – ama Ben’in üzerine yerleştiği bir “O”na ait olduğu doğrudur. Fakat bu Ben, O’ndan ortaya çıkmıştır, onunla beraber tek bir biyolojik birim oluşturur, onun yalnızca özel olarak değiştirilmiş çevresel bir parçasıdır ve O’ndan kaynaklanan etkilere tabidir ve önerilere uyar. Herhangi bir zaruri amaç için, Ben’in O’ndan ayrılması umutsuz bir girişim olacaktır.

Dahası, ahlaki gururuma boyun eğebilseydim ve ahlaki değerleme amacıyla O’ndaki kötücüllüğü göz ardı edebileceğim ve bundan Ben’i sorumlu tutmaya mecbur olmadığım hükmünü vermeye çalışsaydım, bunun bana ne faydası olurdu? Tecrübe bana gösteriyor ki yine de bu sorumluluğu alıyorum, bir şekilde bunu yapmaya zorlanmış durumdayım. Psikanaliz bizi patolojik bir durum ile, zavallı Ben’in, hakkında hiçbir şey bilmediği her türlü kötücül itkiden, bilinçte karşı karşıya kaldığı fakat kabullenemediği itkilerden kendisini sorumlu hissettiği takıntı nevrozu ile tanıştırdı. Her normal insanda bundan bir şeyler mevcuttur. Dikkate değer bir gerçek şudur ki insan ne kadar ahlaklıysa “vicdanı” o kadar hassastır.[11] Bu tıpkı, bir erkek ne kadar sağlıklıysa bulaşıcı hastalıklara ve yaralanmaların etkilerine o kadar duyarlı olduğunun söylenmesi gibi düşünülebilir. Bu hiç şüphesiz vicdanın bizatihi O’nda algılanan kötücüllüğe karşı bir karşıt tepki olmasındandır. İkincinin bastırılması ne kadar güçlü olursa, vicdan o kadar aktif olur.

İnsanlığın etik narsisizmi, rüyalardaki çarpıtma gerçeğinin ve aynı zamanda anksiyete ve cezalandırma rüyalarının varlığının, onun ahlaki doğası için, varlığını ve gücünü rüya yorumunun ortaya çıkardığı kötücül doğası kadar belirgin bir kanıt sağladığı bilgisiyle hoşnut kalmalıdır. Eğer herhangi bir kimse bundan memnun olmaz ve yaratıldığından “daha iyi” olmak isterse, müsaade edelim ki hayatta riyakarlıktan veya ketlemeden daha fazlasını elde edip edemeyeceğini görsün.

Hekim, sosyal amaçlar için suni olarak metapsikolojik Ben ile sınırlandırılmış bir sorumluluğu inşa etmeyi hukukçuya bırakacaktır. Böyle bir yapıdan insan duyguları ile çelişmeyen pratik sonuçlar çıkarma girişimleri sırasında en büyük zorluklarla karşılaşılacağı iyi bilinmektedir.

(C) Rüyaların Gizemli Anlamı[12]

Rüya yaşamının sorunlarının sonu yok gibi görünüyor. Fakat bu ancak, rüyaların özel doğasından kaynaklanan birkaç yeni sorunun eklenmesiyle, zihinsel yaşamın tüm sorunlarının rüyalarda tekrarlandığını unutursak şaşırtıcı olabilir. Onlarla orada karşılaşıyor olduğumuzdan ötürü rüyalar dahilinde çalışıyor olduğumuz şeylerin pek çoğu, rüyaların psikolojik özellikleri ile ya ancak çok az alakalıdır ya da hiç alakalı değildir. Nitekim, örneğin sembolizm bir rüya problemi değil, ilkel düşünüşümüz – paranoyak Schreber’in uygun olarak adlandırdığı şekliyle “temel dilimiz” – ile bağlantılı bir mevzudur.[13] Bu şey, mitlere ve dini ritüellere rüyalardan daha az tahakküm etmez ve rüya sembolizmi, bilhassa cinsel açıdan daha önemli olan şeyleri perdelemeye mahsus olduğunu neredeyse iddia bile edemez. Bununla birlikte, kaygı rüyalarının açıklamasının rüyaların teorisinde bulunacak olması beklenen bir şey değildir. Kaygı, nevrozdan daha çok bir problemdir ve tartışılmaya açık olarak kalan tek şey, kaygının rüya koşullarında ortaya çıkabilmesinin nasıl gerçekleştiğidir.[14]

Benim düşünceme göre rüyaların, gizemli dünyanın iddia edilen gerçekleri ile ilişkisi konusundaki vaziyet de tıpatıp aynıdır. Ancak rüyaların kendileri her zaman esrarengiz şeyler olduğundan, diğer bilinmeyen esrarlı şeylerle sıkıca bağlantılı hale getirilmişlerdir. Kuşkusuz bu konuma dair tarihsel bir iddiaları da vardır çünkü mitolojimizin biçimlendiği tarih öncesi çağlarda, rüya imgeleri ruhlarla ilgili fikirlerin kökeninde rol almış olabilir.

Gizemli fenomenler olarak değerlendirilme iddiasında olan iki rüya kategorisi varmış gibi görünüyor: kehanet rüyaları ve telepatik rüyalar. Bilimin ikisine karşı da inatçı bir hoşnutsuzluğu veya belki de önyargısı olduğu halde sayısız tanık, her ikisinin de lehinde konuşur.

Gerçekten de içeriklerinin geleceğin bir çeşit görüntüsünü sunuyor olması anlamında kehanet rüyaları gibi şeylerin var olduğuna hiç şüphe olamaz; tek soru, bu tahminlerin sonradan gerçekte olacaklarla dikkate değer ölçülerde örtüşüp örtüşmediğidir. Bu noktadan itibaren yansızlığı desteklemekteki kararlılığımın beni terk ettiğini itiraf etmeliyim. Keskin hesaplama yapabilmenin dışında gelecekteki olayları ayrıntılı olarak öngörebilen herhangi bir zihinsel gücün olduğu fikri, bir yandan bilimin tüm beklenti ve varsayımlarıyla çok fazla çelişki içindeyken, diğer yandan da eleştirilerin gerekçesiz iddialar olarak reddetmesi gereken bazı kadim ve tanıdık insani isteklere çok yakından tekabül eder. Bu nedenle, bu bildirimlerin çoğunun güvenilmezliği, bönlüğü ve inandırıcılıktan yoksunluğu; duygusal sebeplerin de yardımı ile hafızada gerçekleşebilecek uydurmaların olanaklılığı ve birkaç şanslı atışın kaçınılmazlığı ile birlikte göz önünde bulundurulduğunda, aydınlatıcı kehanet rüyaları hayalinin tamamen yok olacağının öngörülebileceği düşüncesindeyim. Kendi adıma, daha olumlu bir varsayımda bulunmamı teşvik edebilecek herhangi bir şey yaşamadım ya da herhangi bir bilgi edinmedim.[15]

Telepatik rüyalarda durum farklıdır. Ancak, bu noktada hiç kimsenin henüz telepatik fenomenin – bir kişinin düşüncelerini duyusal algılama dışında başka bir şekilde diğer bir kişinin alabilmesi – yalnızca rüyayla bağlantılı olduğunu iddia etmediğinin tümüyle netleştirilmesi gerekir. Nitekim bir kez daha, telepati bir rüya problemi değildir: Telepatinin varlığı ya da yokluğu ile ilgili yargımız, telepatik rüyalar ile ilgili çalışmalarımıza dayanmak zorunda değildir.

Eğer telepatik hadiselere (veya daha az kesin konuşmak gerekirse, düşünce aktarımına) ilişkin bildirimler, diğer gizemli olaylar hakkındaki hikayeler ile aynı şekilde eleştirilirse, materyalin kolayca ihmal edilemeyen dikkate değer bir kısmı geriye kalır. Dahası, güvenli bir kanaat oluşturmak için yeterli gelmese bile, kişilerin telepati sorununa karşı olumlu tutumunu haklı çıkaran kendi gözlemlerini ve deneyimlerini bu alanda elde etmeleri çok daha olasıdır. Bir kişi telepatinin belki de gerçekten var olduğu ve başka türlü akıl almaz olacak diğer birçok varsayımda gerçeğin çekirdeğini oluşturduğu yönünde geçici bir kanaate varabilir.

Telepati ile ilgili aynı şüpheci duruşa inatla bağlı kalmak ve yalnızca kanıtın gücüne gönülsüzce teslim olmak kesinlikle doğrudur. Aksi durumda haklı çıkarılabilecek kuşkulardan muaf olan bir grup malzeme bulmuş olduğumu düşünüyorum – yani, profesyonel falcılar tarafından öne sürülmüş gerçekleşmeyen kehanetler. Ne yazık ki tasarrufumda bu türden az sayıda gözlem var; ancak bunlardan ikisi benim üzerimde güçlü bir izlenim bırakmış durumda. Bunları diğer insanlar üzerinde de benzer bir etki yaratacak kadar ayrıntılı bir şekilde tarif edecek durumda değilim ve kendimi birkaç temel noktayı sunmakla sınırlamak zorundayım.

Talep eden kimselere (tuhaf bir mekânda ve aynı zamanda zannedersem ilgisiz bazı ritüeller uygulayan tuhaf bir falcı tarafından) belirli bir zamanda başlarına bir şey geleceğine dair, aslında gerçekleşmeyen bir kehanette bulunulmuş. Kehanetin gerçekleşmiş olması gereken tarih uzun bir zaman önceydi. İlgililerin deneyimlerini, küçümseme ya da hayal kırıklığıyla değil, fakat bariz bir memnuniyetle anlatmaları dikkat çekiciydi. Onlara söylenmiş olanlar arasına değişken ve muğlak görünen ve ancak isabetli oldukları takdirde haklı çıkarılabilecek oldukça belirli bazı detaylar dahildi. Nitekim, örneğin bir el falcısı (çok daha genç görünmesine rağmen) yirmi yedi yaşında olan ve alyansını elinden çıkarmış bir kadına, otuz iki yaşına gelmeden önce evlenip iki çocuk sahibi olacağını söylemiş.[16] Şimdi ciddi şekilde hasta olan bu kadın analizde bana bu hikâyeyi anlattığında kırk üç yaşındaydı ve hiç çocuğu olmamıştı. Biri onun (Paris Oteli’nin salonundaki “Profesör”ün kesinlikle bilmediği) özel geçmişini bilseydi, kehanette mevcut olan iki rakamını anlayabilirdi. Kız, babasına aşırı derecede yoğun bir bağlılıktan sonra evlenmişti ve daha sonra kocasını babasının yerine koyabilmek için çocuklara karşı tutkulu bir özlem duymuştu. Yıllarca süren hayal kırıklığından sonra, bir nevrozun eşiğindeyken, kendisine vaat edilen kehaneti – annesinin yazgısını – elde etti. Çünkü annesinin otuz iki yaşındayken iki çocuğa sahip olduğu bir gerçekti. Dolayısıyla, sözde dışarıdan gelen bu mesajın özelliklerine ilişkin anlamlı bir yorum sunmak ancak psikanalizin yardımıyla mümkün oldu. Tartışmasız bir biçimde belirlenmiş olan olaylar zincirinin bütünü için, soruyu soran tarafın bir parçası üzerindeki güçlü isteğin – aslında tüm duygusal yaşamının en güçlü bilinçdışı arzusu ve yaklaşmakta olan nevrozunun itici gücü – falcıya, sergilemekte olduğu performans nedeni ile dikkati dağıldığında, doğrudan aktarılmak sureti ile kendisini açıkça gösterdiğini varsaymaktan daha iyi bir açıklama yoktu.[17]

Yakın çevremdeki deneyimler esnasında sıklıkla, duygusal olarak son derece renkli olan hatıraların çok güçlük çekmeden başarılı bir şekilde aktarılabileceği izlenimine kapılmıştım. Bir kişi eğer düşüncelerinin aktarılacağı varsayılan kişinin çağrışımlarını analitik bir incelemeye tabi tutacak cesarete sahipse, aksi takdirde keşfedilmemiş olarak kalacak olan karşılıklar genellikle gün ışığına çıkar. Bir dizi deneyime dayanarak, bu tür bir düşünce aktarımının, bir fikrin bilinçdışından yüzeye çıkması anında, ya da teorik olarak, “birincil süreçler”den “ikincil süreçler”e geçmesi sırasında bilhassa kolaylıkla gerçekleştiği sonucunu çıkarmaya yatkınım.

Konunun önemi, orijinalliği ve belirsizliğinin gerektirdiği tüm ihtiyata rağmen, telepati sorununa ilişkin bu değerlendirmelerden daha fazla geri durmakta haklı olmadığımı hissediyorum. Bütün bunların rüyayla ilgisi sadece şu kadardır: Telepatik mesajlar diye şeyler varsa, bunların kişiye uyku sırasında ulaşması ve kişinin bunlardan rüyada haberdar olması olasılığı reddedilemez. Dahası, diğer algısal ve entelektüel materyallere benzer şekilde, gün içinde alınan telepatik mesajların ancak takip eden gecenin rüyası sırasında ele alınabileceği olasılığı da ortaya çıkmaktadır.[18] O zaman telepatik olarak iletilen materyalin rüyada değiştirilip yeniden şekillendirilmesi, diğer herhangi bir materyalde olduğu gibi çelişkili olmayacaktır. Psikanalizin yardımıyla telepati hakkında daha fazla ve daha iyi doğrulanmış bilgi edinebilseydik bu memnun edici olurdu.

Çeviren: Gülçin B. Yılmaz

[1] [Freud bu soruya daha önceki birkaç paragrafta kısaca değinmişti: Rüyaların Yorumu’nun kendisinde (1900a), Standard Ed., 5, 524-5; Günlük Yaşamın Psikopatolojisi’nde (1901b), Bölüm XII (E), Standard Ed., 6, 269 ve rüya analizi üzerine teknik makalede (1911e), Standard Ed., 12, 93-4.]

[2] Freud Psikanalize Yeni Giriş Konferansları’nda şöyle yazar: “Nietzsche’nin kullandığı bir sözü izleyerek ve Georg Groddeck’in [1923] bir önerisine uyarak bunu “İd” olarak adlandıracağız. Kişi belirtmeyen bu adıl aklın bu bölgesinin baş niteliğini – onun Ego’ya yabancı oluşu gerçeğini – anlatmada özellikle uygun görünür. Super-ego, Ego ve İd – öyleyse, bunlar, bireyin zihinsel aygıtını adlandırdığımız ve karşılıklı ilişkilerini aşağıda ele alacağımız üç bölge, alan, yerdir.” Bkz. Ruhçözümlemesine Yeni Giriş Konferansları çev. Emre Kapkın & Ayşen Kapkın, İstanbul: Payel, 2018: 93. Bu ifadeden anlaşılabileceği üzere, Freud yapısal kuramını “bölgeler” ile kişi belirtmeyen ifadeler ile tanımlar. Kuramın bu niteliği onun topografik kuram ile yakınlığını gözler önüne serer: Mesele psişik malzemenin yeri, yersizliği ve kaderidir.

Freud’un eserinin Türkçede “sistematik” olarak kabul edilebilecek iki çevirisi vardır. Bunlardan birisini Payel, diğerini ise Öteki Yayınları sunar. Bu çevirilerde onun eserinin İngilizce çevirisi (Standard Edition versiyonu) baz alınır. Dolayısıyla bu iki yayınevi çevirilerinde İngilizce çevirideki tercihleri yinelerler. Freud açık bir şekilde “zamir” kullandığını belirttiğinden biz de ilgili kavramları O (Id), Ben (Ego) ve Üst-ben (Super-ego) olarak çevirmeyi uygun gördük. Ayrıca narsisizm ve bencillik için krş. Psikanalize Giriş Dersleri içerisinde 26. Konferans: “Libido Kuramı ve Narsisizm”, Ruhçözümlemesine Giriş Konferansları çev. Emra Kapkın & Ayşen Tekşen, İstanbul: Payel, 2016: 408-425, çn.

[3] Bkz. Freud’un “Kurt Adam’ın” rüyasının yorumlanması için gereken zamanın uzunluğuna ilişkin notu (1918b), Standard Ed., 17, 33.

[4] Bununla birlikte, 1925’te Rüyaların Yorumu’nda dipnot 1’e eklenen pekiştirici nota bakınız, Standard Ed., 4, 127.

[5] Bkz. Standard Ed., 4, 279 ve 5, 523.

[6] Rüyalar üzerine metapsikolojik makaleye bir dipnot (1917d), Standard Ed., 14, 228 ve 1919’da Rüyaların Yorumu’na eklenen bir pasaja bakın Standard Ed., 5, 523-4.

[7] Bu bölümü “Rüyada Ahlak Duygusu” başlıklı F Kısmı ile karşılaştırınız, Standard Ed., 4, 66-74. Ayrıca bkz. Standart Ed., 5, 619-21.

[8] Bkz. Standard Ed., 5, 437.

[9] Bkz. Standart Ed., 4, 264.

[10] Freud’un kendisinin bir sonraki paragrafta işaret ettiği gibi, buradaki Almanca “Ich” kelimesi daha çok İngilizcedeki “Self” kelimesine benzer bir şeyi ifade eder. Almanca kullanımdaki bu muğlaklık, Editör tarafından Ben ve O’nun Giriş’inde (1923b), yukarıda s. 7-8’de tartışılmaktadır.

[11] Bu paradoksa, Ben ve O’da (1923b) değinilmiş ve Mazoşizmin Ekonomik Sorunu’nda (1924c), s. 170 ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Uygarlığın Huzursuzluğu‘nda Bölüm VII.’de (1930a) daha uzun olarak ele alınmıştır.

[12] Bu konu ve buradaki asıl malzemenin çoğu, Freud tarafından ölümünden sonra yayınlanan Psikanaliz ve Telepati (1941d [1921]) makalesinde, ayrıca Düşler ve Telepati’de (1922a) ve Psikanalize Yeni Giriş Konferansları’nın (1933a) XXX. dersinde (Düşler ve Okültizm) daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

[13] Bkz. Schreber analizi (1911c), Standard Ed., 12, 23.

[14] Bkz. Rüyaların Yorumu (1900a), Standart Ed., 5, 582 ve 2. dipnot.

[15] Bkz. kehanet rüyası olduğu iddia edilen bir rüyanın ölümünden sonra yayınlanan analizi (1941c [1899]). Bu, Rüyaların Yorumu, Ek A olarak basılmış, Standard Ed., 5, 623 ve ayrıca Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901b), Standard Ed., 6, 262-3’te özetlenmiştir.

[16] Bu hikâye Freud’un XXX. Konferans’ında, 1933a, ve yine Freud’un 1941d [1921], Standard Ed., 18, 185’ dipnot’da daha etraflıca anlatılmıştır.

[17] Falcının dikkatinin bu şekilde dağılmasının önemi “Psikanaliz ve Telepati”de ele alınmaktadır (1941d), Standard Ed., 18, 184.

[18] Benzer şekilde “Rüyalar ve Telepati”de (1922a), Standard Ed., 18, 220.

Bir Yorum

  1. While all CMS patients had greater hypoxemia, polycythemia, reduced CBF and cerebral circulatory delay compared to healthy high altitude residents, these factors were all exaggerated in those with brain edema, raising the possibility that at least in some persons, severe CMS per se can lead to cerebral edema buy priligy in uae

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu