The Platform Üzerine – Irmak Gültekin, Tarık Cemre Ağsar
“Manevi Muhit” Olarak Platform
İnsan neden kendisini, iç dünyasının derinliklerini merak eder? Başka bir sorunun yanıtı daha çabuk verilebilir geliyor: İnsan neden kendisini, iç dünyasının derinliklerini bilmek istemez? Lacan’ın tanımladığı üç temel tutkudan “cehalet tutkusu”, bu sorunun cevabına yakışabilir. Yakın zamanda Matrix filmiyle popülerleşmiş ve şimdilerde sosyal medyadaki “caps”lerle mizah ile harmanlanmış “cehalet mutluluktur” klişesi, korkuyla mutluluğun arasındaki ilişkiye işaret eder. İnsan kendisini, iç dünyasındakileri ve derinliklerini bilmekten korkar; çünkü bu bilgiyi keşif süreci ve bilme hali, ona bir “acı çekme” deneyimi getirebilir. Bilmekten değil, o bilgiyle acı çekmekten korkar. Lacan’ın cehalet tutkusu dediği bu hale Freud, acı verecek şeyleri bilmeyi tercih etmemek olarak işaret eder.
“Güzel bağlantılar, hepsi mantıklı geliyor. Peki şimdi n’apacağım?”
“Evet, ama bunları bilmek neyi değiştirecek?”
“Ben şimdi bu bilgiyle n’apacağım?”
Freud’un öne sürdüğü ve Lacan’ın ileri götürdüğü bu tutkuyu pratikte hastalardan gelen bu cümlelerde duymak mümkün müdür? Bunlar bir anlamıyla “Daha fazla derine gitmekten korkuyorum. Neyle karşılaşacağımı bilmemekten korkuyorum. Daha derine gittikçe karşılaştıklarımla acı çekmekten korkuyorum. Burada, bu derinlikte, kalalım, hatta yeniden yukarı çıkalım.” demektir belki, ifade ettikleri diğer pek çok anlamın yanı sıra.
The Platform, psikoterapi sürecindeki hislerin, arzuların, korkuların ve çatışmaların senaryosu adeta. Goreng, platforma kendi isteğiyle girer; terapiye başlamak isteyen biri gibidir. Platformda, insanın ruhsallığı gibi gittikçe derinleşen katlar vardır. Kimse kaç kat olduğunu gerçekten bilemez; yalnızca daha tecrübelilerin kendi ulaşabildikleri katlar ve tahminleri vardır. Goreng, dışardan çok bilinmeyen bir şeyin içine girme cesareti göstermiştir. Ancak yanına almayı seçtiği “Don Kişot” kitabı, onun bu cesaretinin altında kalan korkusunu sembolize eder gibidir. Bu sürecin içine girmekle o, cesur bir şövalye midir yoksa deliliği de platformdaki katlar gibi gittikçe derinleşecek bir adam mıdır? En yukarı çıkma arzusu, alt katlara inme arzusu gibi film boyunca Goreng ile olacaktır. Psikoterapideki insanın ikilemi de bu değil midir? Hem daha derini merak etmek hem de yukarda kalmak istemek…
Goreng’in en alt katlara inme arzusunu başka biriyle, Baharat ile, eyleme dökmesi psikoterapi süreci bağlamında en önemli gerçeklerden birini anımsatıyor: Bir ötekine duyulan ihtiyaç. Çoğu zaman kendi bilinçdışına kör olan insan, bir ötekinin varlığı ile görebilir hale geliyor. Ötekinin varlığı yalnızca işaret etmek, görmeye yardım etmekle değil; çalışmada derinleşebilmek için de gerekiyor. Terapi sürecinde kendi ruhsallığında çalışan birey derinlere inerken ona eşlik eden öteki, The Platform Goreng’e alt katlara inerken eşlik eden Baharat gibi hem güven veriyor hem de zaman zaman onu koruyor. Baharat’ın başka bir özelliği de Platform’da Goreng’den daha tecrübeli olması. İnsan ruhunun coğrafyasında gezip dolaşmış, kendi ruhunun engebeli yollarında yürümüş, Türkay Demir’in Aşk ve Öbür Duygular (2004) kitabında rastladığım, çok hoşuma giden bir ifadesiyle “manevi muhiti tanıyan” bir psikoterapistin “öteki” olarak varlığı nasıl ki kendi terapi yolculuğuna çıkan insana güven ve cesaret veriyorsa Baharat da Goreng’e öyle bunları sağlıyor.[1] Baharat olmasa, Goreng’in onca katı kendi başına inmesi ne mümkün ne de hayal edilebilir.
“Açlık, deliliğe yol açar.”
Yukarıdaki gibi bir benzetmeden sonra, burada filmin biraz daha içine girelim. İsim olarak tercih edilen The Platform kelimesinin köküne baktığımızda Fransızca, plate-forme kelimesini görürüz. Bunun anlamlarından biri olan taslak üzerine düşünelim. Taslak kelimesi bir düşüncenin henüz eyleme geçmeden evvel ne üzerine düşündüğünü, ne anlatabileceğini içerir; yahut tamamlanmadan hemen öncesi yani varlığının bir kanıtıdır. Taslak bize bir bütünün detayları hakkında bilgi vermeyebilir, vermekle mükellef değildir ve bu detay sembolikte kurulan her şey olabilir. The Platform’un yayınlanmasıyla birçok izleyici yorumlarını belirtti, bunların birbirine olan tezatlığı; kurulmaya çalışan semboliğin, özne için nasıl biricik olduğunun gösterenidir. Sembolikte eksiksiz bir taraf bırakmayarak açılan gedik, vahiy dinlerin aksine yazılı olmayan bir yasa ile kurulmuştur. Doğa dinlerin sebep/ sonuç diyalektiği gibi orada uzun süre deneyim sahibi olan Trimagasi hem Goreng’e hem yanılsamanın yanılsaması uzaklıkta olanlara yani bizlere aktarıyor: “Ne yiyeceğiz?” Bu soru ile bizleri Kafkavari bir öyküye çekiyor. Şato’nun başlangıcındaki gibi, olmayan bir şatonun ithamı bizleri öykünün dışında bırakmayıp aksine daha derine çekip ve çok önceden bildiğimize, bildirdiği halde devam ettirir. Trimagasi’nin cevabı olan “yukarıdakilerin artıkları” diye açtığı muamma aynı şekilde bir başka soru doğuracak şekilde devam ettiriyor ilk soruyu. Soru, soruyu doğuruyor. Goreng’in Trimagasi’nin söylemiyle 132. Katın varlığını öğrendiği lakin daha derin olduğunu bildirdiğini, daha sonra 172. Kat ile deneyimlediği derinliğin daha derine indiğini kendi gözlemlediği gibi. Goreng gibi platforma gönüllü dahil olan Imoguiri, platformda yetkili olarak vazife aldığı süre boyunca bildiklerini, Goreng ile paylaşır ve platformda toplam 200 katın var olduğunu söyler. Yasa’nın bildiği 200 kat vardır, Goreng’in tahmini 250 civarıdır ve filmin sonunda bunu 333 olarak teyit ederiz. Burada bir sondan söz etmek anlamsızdır, 333. Kat o an gittiğimiz için oradadır. Freud, Rüyaların Yorumu’nda bilinçdışını ele alırken onun sonsuz derinliğini tasvir eder bizlere, bu sonsuzluk kelimesini platform üzerinden kat olarak alırsak şayet, her katın bir alt katına indikçe ortaya çıkan vahşilik, imgenin yetersizliğini önümüze serer.[2] Kalemin, kâğıtta bıraktığı izin zamanla solduğunu düşünelim, soluyor olması bize ilk başta verdiği mesajı vermeyeceği manasına gelir mi? İlk katlardan aşağıya inen zeminin, belli bir yer sonrası eksiliyor hatta bitiyor oluşu vazifesinden geri kalmıyor, sonsuzluğun sonluluğuna erişiyor.
Platform sadece bulunduğu katta hizmet veriyor ve hizmeti baki değil, en azından nesne yutulmadığı sürece. Freud’un Totem Tabu, Musa ve Tektanrıcılık makalesinde ele aldığı şefin, babanın yasası aşkın olarak mevcudiyetini korumuyor, kardeşlerin Freud’un deyimiyle onu canlı canlı yemesiyle içkin bir mevcudiyete geçiyor.[3] Tıpkı Goreng’in perhizinde uymadığı ancak nesneyi yedikten sonra yasanın artık sorun teşkil etmediği süreç gibi.
Varsayımdan yola çıkarsak bu sürecin bizleri bir hakikate götüreceğini düşünmemiz en basit tabiriyle tembellik ve ahmaklık olur; aksi durumda ise hiçbir şey yapmamış oluruz. Semboliğin kısıtlılığı ya da bize verilen süre zarfında tutunabileceğimiz herhangi bir referans bulunmamaktadır bu referansın güvenirliğini bırakın tartışmayı nicel durumu şaibeliyken nitel oluşu zaten başlı başına muammadır lakin bizi varsayımdan ne uzak tutabilir ki? Platformun en üst katı yani sıfırıncı kat apaçık bir bilinç ise -ki nüans burada apaçık ortada- bir şeyleri değiştirebilecek konumda mıdır? Gerçeğin orada konumlandığını ve bildiğini varsaydığımız özne bizlere cevap verebilir, işitebilir, fark edebilir. Çocuk ve mesaj kısmını şimdilik erteleyelim.
Yukarıdaki katlarda dahil olunan şölenin yarattığı artı keyif, beklenti ile tezatlık içeriyor. Trimagasi’nin söylemiyle, “…düşünecek çok şeyin oluyor”. İçgüdüyle, dürtünün mekanizmasına dair bizlere ipucu verebilir, dürtünün ikamesi belli ki Freud’un Bastırma makalesinde bahsettiği “açlık” değil, bu içgüdünün meselesi, peki dürtü bu kısıtlı alanda neye hizmet eder, hangi ekonominin alacaklısı olur?[4] Alacaklıdır çünkü verebileceği kısıtlıdır; düşüşün ölümü ikame ettiğini es geçelim ve metinin yukarısında koyutladığımız Bilinç gibi bunu da Psikoz diye okuyalım. Gerçekliğinden uzaklaştığı için değil gerçekliğine tutunabilmek için kendisini aşağıya bırakır ve burada bulabileceği ancak ve ancak sonsuzluğun sonluluğudur. Semboliğin kurulduğu düzen tersine işler; bunu izah etmek gerekirse, delik aşağıya doğru büyümektedir, yeni bir kat üst katta değil en altta doğmaktadır; bunu biliyoruz çünkü Yasa’nın bildiği 200 kat vardır lakin 333 kat olduğu teyidini elde ettik, burada mutlak bilme üzerine konuşabiliriz, şimdilik bu tersine doğru işleyen düzenin yarattığı tezatlığı düşünelim. Goreng alt kata indikçe vahşiliği görüyor ama basit de olsa işleyen rutinden haberdar: ya katı paylaştığın ötekini yersin ya da Trimagasi’nin söylemiyle “aç kalıp delirirsin”. Delirmenin nasıl bir şey olduğunu sembolik bize aktarmıyor hatta 333. katta bir çocuğun büyüdüğünü görüyoruz; demek ki psikoz burada değil üst katlarda doğuyor yani bilinç ve iletişim dediğimiz sosyal ilişkinin en uğrak olduğu kaynaktan: dilden. Alt katlarda dilin fail alanı mevcut değil sadece keyfin eksikliğinden içgüdü hakimiyet kurmuş.
Rutin olan bir durum, düştüğü tekrarla değil o tekrarın yaratmadığı fark ile gözleri üstünde toplar. Bilinçdışı’nda rutin (yahut örüntü) arayabilir miyiz? Alışkanlıklarımız yahut konuştuğumuz dilin bulunduğu sınır -ki bu sınırla var olduğumuzu ifade edebiliyoruz- gibi tekrarı olduğunu düşündüğümüz eylemlerin kırıldığı bir durak olabilir mi? Bu kırılmanın neticesiyle tıpkı duraklarda olan ve gördüğümüz zaman bizleri şaşırtmayacak şey, birilerin inmesi ya da biniyor oluşu, nasıl tekrara düşebilir ki? Sürçerken yahut gördüğümüz rüyada ortaya çıkan kelime ya da görüntü bizleri hayrete düşürmez mi? Bu görkemin ardında bilinçsiz olan üretimini çoktan yapmış ve sahneye sunmuştur. İstemediğimiz şeyleri söyler, görürüz en azından bu arzuyu gündelik dilde itiraf edemeyeceğimizi biliriz. Platform için rutin olan sunulan şölen değil, bir ay ile sınırlandırılan ve rastgele dağıtılan katlar hiç değil. Sahip olduklarımızdan yola çıkalım, yaptığımız okumalar doğrultusunda her tekrarda ortaya çıkan farkın bir öncekisine nasıl özdeş olmadığını ve bu dağılan bilyelerin asla bütününden aykırı olmadığını gayet görebiliriz. Dilin kaynaklarını kullanarak ortaya çıkardığı söylem bu farkla kendini yurt edinemez mi? Dışarıda, ötekinde. Rüyanın işlevselliğini kullanarak dışarıda bıraktığımız artık bizler için apaçık ortada olan ve izahını karışık bile şekilde ifade ettiklerimiz nasıl çağrışımla bir gösteren olabiliyor tıpkı 202. Katta olanın 6. Katta yerini yadırgamaması gibi. Neden orada olduğu değil, şimdi ne yapacağı bir meçhul. Bir ip, halat ile bir üst kata daha sonra daha bir üst kata çıkabilir, mümkün. Ya da olduğu yerde kalır. Çağrışımlarımla varabildiğim bu satır, yine beni yalnız bırakmayacak, inanıyorum. Lacan’ın ifadesiyle formülün imkânsız olduğunu ancak film üzerinden bir benzetme yaparsak, formül dediğimiz aracı ip olarak düşünelim, alt katlarda işimize yaramayacağı gayet açıktır lakin üst katlarda bu durum bize özgürlüğümüzü verebilir.[5] Bu apaçık firardır.
[1] Türkay Demir, Aşk ve Öbür Duygular. İstanbul: Okuyan Us, 2004.
[2] Sigmund Freud, Rüyaların Yorumu çev. Selçuk Budak (İstanbul: Öteki, 2016)
[3] Sigmund Freud, Dinin Kökenleri çev. Selçuk Budak (İstanbul: Öteki, 1999)
[4] Sigmund Freud, Bastırma ve Bastırılanın Geri Dönüşü çev. Oya Kasap (İstanbul: Telos, 2014)
[5] Jacques Lacan, Jacques Lacan Konuşuyor! – Louvain Konferansı (1972) çev. Matthias Kyska & Onur Alptekin, düz. Kerem Duymuş. 29.01.2022 tarihinde YouTube: https://www.youtube.com/watch?v=IZiOPNKb3jo adresinden alındı.
Decided to stop and attempt a restart using toremifene priligy dapoxetina 30mg nos eua