Çeviri

Aktarımın Dinamikleri (1912) – Sigmund Freud

     Neredeyse bitmez tükenmez olan aktarım konusu, bu dergide[1] yakın zamanda Wilhelm Stekel [1911b] tarafından betimleyici çizgilerde ele alındı. Takip eden sayfalarda aktarımın psikanalitik sağaltım esnasında nasıl zorunlu olarak ortaya çıktığı ve sağaltımda aşina olunan rolünü nasıl oynadığı hususlarında birkaç yorumumu eklemek istiyorum.

     Anlaşılmalıdır ki içsel yatkınlıklarının ve erken yıllarında ona tesir eden şeylerin birlikte işleyişi neticesinde her bir birey kendi erotik yaşamını idame ettirebilmek için özgül bir metot elde eder – yani, âşık olmak için şart koştuğu öncüllerde, tatmin ettiği dürtülerde ve bu esnada kendisine belirlemiş olduğu hedeflerde[2]. Bu bir kimsenin “baskı levhası” (yahut benzeri) olarak tarif edebileceği, birinin hayatı boyunca, dış koşullar ve erişilebilir sevgi-nesnelerinin doğası ona müsaade ettikçe ve güncel deneyimler karşısında değişikliğe tümden kapalı olmayan bir şekilde sürekli tekrar eden – sürekli yine yeniden basılan – bir şeydir. Şimdi, gözlemlerimiz göstermiştir ki cinsel hayatın akışını belirleyen bu dürtülerin yalnızca bir kısmı psişik gelişim sürecinin tamamından geçmiştir. Bu kısım doğrudan gerçekliğe yönelmiştir, bilinçli kişiliğin emrindedir ve onun bir parçasını biçimlendirir. Libidinal itkilerin[3] bir başka kısmı gelişim sürecinde tutulmuştur; bilinçli kişilikten ve gerçeklikten uzak tutulmuştur, ve ayrıca, düşlem haricinde, daha fazla genişlemesi engellenmiştir yahut kişiliğin bilinci tarafından bilinmez olacağı şekilde tamamen bilinçdışı olarak kalmıştır. Şayet birisinin sevgi ihtiyacı gerçeklik tarafından tamamen tatmin edilmezse o kişi tanıştığı her yeni insana öncül libidinal düşünceler ile yaklaşır; ve kuvvetle muhtemeldir ki libidosunun, bilinçli ve bilinçdışı olabilen her iki kesimi bu tavrın biçimlenişinde pay sahibidir.

     Dolayısıyla kısmen tatmin edilmemiş birisinin libidinal yükünün[4], o libidinal yük ki beklenti hâlinde hazırdadır, doğrudan doktor figürüne yöneltilebilecek olması pekâlâ normal ve anlaşılabilir bir şeydir. Bizim önceki hipotezimize müteakiben bu yük kalıplara müracaat edecek, kendisini hâlihazırda öznede mevcut olan stereotiplere iliştirecektir; yahut, durumu farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, yük doktoru hastanın çoktan biçimlendirmiş olduğu psişik “serilerden” birisine sokacaktır. Jung (1911, 164) tarafından takdim edilen uygun terimi kullanacak olursak şayet “baba-imagosu” bunun ortaya çıkışında belirleyici faktör ise sonuç öznenin doktor ile arasındaki gerçek ilişkilere denk düşecektir. Fakat aktarım belirli bir prototipe bağlı değildir: aynı zamanda anne-imagosu ya da erkek-kardeş-imagosu çizgilerinde de seyredebilir. Doktora yönelik aktarımın özellikleri, hem niceliksel hem de niteliksel olarak, mantıkî ve rasyonel zeminde temellendirilebilir her şeyi aştığından şayet aktarımın yalnızca bilinçli ileriye dönük fikirlerce değil ayrıca bilinçdışında tutulanlarca kurulduğunu akılda tutacak olursak anlaşılabilir hâle gelir.

     Şayet psikanalizin ilgisi dahilinde olan şu iki nokta açıklanmamış kalmasaydı, aktarım davranışı hakkında tartışılacak ya da endişe edilecek başka bir şey kalmazdı. İlk olarak, analizdeki nevrotik özneler ile aktarımın niçin analiz edilmemiş olan diğer insanlarla olduğundan çok daha yoğun olduğunu anlayamıyoruz ve ikinci olarak, analiz dışında bir sağaltım aracı ve başarı koşulu olarak değerlendirilen aktarımın analizde sağaltıma yönelik en kuvvetli direnç olarak ortaya çıkması bir muamma olarak kalmıştır. Tecrübemizin bize gösterdiği – ve dilediğimizce doğruluğunu teyit edebildiğimiz – bir şekilde şayet bir hastanın serbest çağrışımı başarısız olduysa[5] duraksama o anda hastanın, doktorun kendisini yahut onunla ilgili bir şeyi ilgilendiren bir çağrışım tarafından idare edildiğinin güvencesinin verilmesi ile kati suretle ortadan kaldırılır. Açıklama sunulduğu anda duraksama ortadan kalkar yahut çağrışımların başarısızlığa uğradığı durum, geride tutuldukları bir durum ile değişir. İlk bakışta, herhangi bir yerde başarıya yönelik en güçlü faktör olan şeyin direncin en kuvvetli aracına dönüşmesi psikanaliz namına muazzam bir dezavantaj olarak gözükür. Fakat, şayet durumu daha yakından incelersek iki problemimizden en azından ilkini ortadan kaldırabiliriz. Psikanaliz sırasında aktarımın bir başka yerde olduğundan daha yoğun ve kısıtlamasız ortaya çıkışı bir gerçek değildir. Sinir hastalarının analitik olmayan bir şekilde tedavi gördüğü kurumlarda aktarımın olağanca yoğunluğu ve en kullanışsız biçimleriyle vuku bulduğunu, zihinsel bir bağımlılıktan fazlası olmadığını ve dahası en sade erotik renklenmeyi gösterdiğini gözlemleyebiliriz. Gabriele Reuter keskin gözlem gücüyle psikanaliz diye bir şeyin olmadığı zamanlarda, nevrozların doğası ve oluşumuna yönelik en berrak iç görüye ihanet eden olağanüstü kitabında bunu tanımlamıştır[6]. Dolayısıyla aktarımın bu karakteristikleri psikanalize değil nevrozların kendisine atfedilmelidir.

     İkinci problemimiz – aktarımın niçin psikanalizde direnç olarak gözüktüğü problemi – şimdiye dek el sürülmeden bırakılmıştır; ve şimdi biz buna daha yakından yaklaşmalıyız. Sağaltım esnasındaki psikolojik durumu hayal edelim. Her psikonevrozun başlangıcının değişmez ve vazgeçilmez ön koşulu Jung’un verdiği yerinde isim ile “içe dönüklük” sürecidir[7]. Şöyle ki: libidonun bilinçli olabilen ve gerçekliğe yöneltilen kısmı azalmıştır ve gerçeklikten uzağa yönelen ve bilinçdışı olan ve böyle olsa dahi öznenin düşlemlerini beslemeye devam eden kısmı aynı oranda artmıştır. Libido (tümü yahut bir parçası) gerileyen[8] bir sürece girmiş ve öznenin çocuksu imagolarını yeniden canlandırmıştır[9]. Analitik sağaltım bunu takip etmek için şu şekilde işler; libidoyu takip etmeye, onu bilinç tarafından erişilebilir ve nihayetinde gerçekliğe hizmet edebilir kılmaya çalışır. Analizin araştırmaları libidonun saklanma yerine ulaştığında bir mücadele buna bağlı olarak patlak verir: libidonun gerilemesine sebep olan tüm güçler şeylerin yeni düzenini muhafaza etmek için analitik çalışmanın karşısına “dirençler” olarak dikilir. Zira şayet libidonun içe dönüşü yahut gerileyişi öznenin dış dünya ile arasındaki belirli bir ilişkiye dayanarak doğrulanmasaydı – en yaygın terimler ile engellenme[10] ve tatmin ile – ve şayet o an için daha da uygun hâle gelmeseydi, asla gerçekleşmezdi[11]. Ancak bu kaynaktan gelen dirençler yegâne olanlar veya gerçekten de en güçlü olanlar değildir. Öznenin kişiliğinin emrinde olan libido daima bilinçdışı karmaşaların (ya da daha doğru bir ifade ile bu karmaşaların bilinçdışı kalan kısımları)[12] cazibesi etkisinde olmuştur ve gerçekliğin cazibesi azaldığından gerileyici bir sürece girmiştir. Onu serbest bırakmak için bilinçdışının bu cazibesi aşılmalıdır[13]; öyle ki, bu süre zarfı boyunca öznede kurulmuş olan bilinçdışı dürtülere ve üretimlerine yönelik bastırmanın ortadan kaldırılması[14] gerekir. Bu, direncin açık ara en büyük kısmından sorumludur ve çoğu zaman, gerçeklikten uzaklaşmanın geçici gerekçesini yitirdikten sonra bile hastalığın devam etmesine neden olur. Analiz, bu kaynakların her ikisinden de doğan dirençler ile mücadele etmek zorundadır. Direnç sağaltıma adım adım eşlik eder. Her bir çağrışımda, sağaltımdaki hastanın her bir eyleminde direnç hesaba katılmalıdır ve bunlar iyileşmeye çabalayan güçler ile tarif ettiğim karşıt olanlar arasında bir tavizi temsil ederler.

     Şimdi, şayet patojenik bir karmaşayı bilinçli temsilinden (ister bir semptom formundaki aşikâr bir temsil isterse ziyadesiyle göze çarpmayan bir temsil olsun) bilinçdışı köklerine dek izleyecek olursak, kısa sürede direncin bir sonraki çağrışımın onu hesaba katmasını gerektirecek ve kendi talepleri ile araştırma çalışmasının talepleri arasında bir taviz olarak görüneceği, kendisini açıkça hissettireceği bir alana gireriz. Bu noktada, tecrübemizin sunduğu kanıtlara göre, aktarım sahneye dahil olur. Karmaşanın malzemesindeki (karmaşanın konusundaki) herhangi bir şey doktor figürüne aktarılmaya uygun olduğunda, bu aktarım gerçekleştirilir; bu bir sonraki çağrışımı üretir ve kendisini direncin belirtileri – bir duraksama, örneğin – olarak sunar. Bu tecrübeden aktarım-fikrinin, direnci tatmin ettiği için, tüm diğer olası çağrışımların önünde bilince dahil olduğunu çıkarıyoruz. Böylesi bir olay analiz süreci boyunca sayısız durumda tekrar eder. Yeniden ve yeniden, ne zaman patojenik bir karmaşaya yaklaşacak olsak evvela bu karmaşanın aktarıma muktedir kısmı bilince itilir ve olağanca inatçılık ile savunulur[15].

     Hepsinin üstesinden gelindiğinde, kompleksin diğer kısımlarının üstesinden gelmek birtakım yeni zorluklar doğurur. Analitik sağaltım uzadıkça ve hasta patojenik materyalin çarpıtmalarının ortaya çıkarılmaları karşısında kendi kendilerine bir koruma sağlayamayacağını daha açıkça fark ettikçe, daha da düzenli bir şekilde ona en büyük avantajları sağlayan çarpıtma yöntemini – aktarım yoluyla çarpıtmayı – kullanır. Nihayetinde bu koşullar her bir çatışmanın üstesinden aktarım alanında gelinmesi gereken bir duruma doğru yönelir.

     Dolayısıyla aktarım değişmez bir biçimde sağaltımda direncin en güçlü silahı olarak gözükür ve belki de aktarımın yoğunluğunun ve sürekliliğinin direncin bir etkisi ve ifadesi olduğu sonucuna varabiliriz. Aktarım mekanizmasıyla, hakikaten de onu çocuksu imagoların mülkiyetinde tutulan libidonun hazır bulunuş durumuna dek takip ettiğimizde başa çıkılır; fakat aktarımın tedavide oynadığı rol, ancak onun direnç ile ilişkisine girersek açıklanabilir.

     Nasıl oluyor da böylesi takdire şayan bir şekilde aktarım direncin araçlarından birisi olmaya uyum sağlayabiliyor? Cevabın hiç zorlanmadan verilebileceği düşünülebilir. Çünkü herhangi yasak bir istekli itkiyi[16], şayet itkinin ilgilendirdiği kişinin önünde ortaya çıkacak ise kabul etmenin bilhassa zor olduğu açıktır. Böylesi bir zorunluluk, gerçek dünyada pek mümkün gözükmeyen durumlara yol açar. Fakat tam da bu hastanın duygusal itkilerinin nesnesini doktor ile çakıştırdığında hedeflediği şeydir. Ne var ki daha derinlemesine bir değerlendirme gözüken bu kazancın probleme bir çözüm sağlamadığını gösterir. Hakikaten de şefkatli ve sadık bir ilişki, aksine, bir kişiye itirafın tüm güçlüklerine karşılık bir yardımda bulunabilir. Benzeri gerçek durumlarda insanlar genellikle şöyle söyler: “Senin karşında hiçbir utanç duymuyorum: Sana her şeyi söyleyebilirim.” Dolayısıyla doktora aktarım da aynı şekilde itirafları kolaylaştırmaya hizmet edebilir ve bunun meseleleri niçin daha zor hâle getirmesi gerektiği açık değildir.

     Bu sayfalarda çok sık tekrarlanan sorunun cevabına, daha fazla derinlemesine düşünülerek değil, tedavi sırasında ortaya çıkan bireysel aktarım-dirençlerini incelediğimizde keşfettiklerimizle ulaşılır. Nihayetinde, basitçe “aktarımı” düşündüğümüzde, aktarımın direnç olarak işe koşulmasını anlayamadığımızı görürüz. “Olumlu” aktarımı “olumsuzdan”, şefkat dolu duyguları düşmanca olanlardan ayırmak ve bunların doktora yönelik aktarımın iki ayrı biçimi olarak değerlendirmek konusunda kararımızı vermeliyiz. Daha sonra olumlu aktarım bilinç tarafından kabul edilebilecek olan dostane ya da şefkatli duygular ve bu duyguların bilinçdışındaki uzantılarının aktarımı olarak bölünebilir. İkincisi göz önünde bulundurulduğunda analiz bunların değişmez bir biçimde erotik kaynaklara dek gittiğini gösterir. Ve dolayısıyla hayatımızda iyi gözüyle bakılacak sempati, dostluk, güven ve benzeri gibi tüm duygusal ilişkilerin, bilinçli öz algımıza ne kadar saf ve şehvetten uzak olarak gözükseler de genetik olarak cinsellikle ilişkili olduğu ve saf cinsel arzuların cinsel hedeflerinin yumuşatılmasıyla geliştikleri keşfine yöneliriz. Esasen yalnızca cinsel nesneleri biliriz ve psikanaliz bize gerçek hayatımızda yalnızca takdir edilen ya da hayranlık duyulan insanların bilinçdışımız için hâlâ cinsel nesnelerden ibaret olduklarını gösterir.

     Dolayısıyla muammanın çözümü şudur ki doktora aktarım sağaltıma dirence ancak olumsuz bir aktarım ya da bastırılmış erotik itkilerin olumlu aktarımı olduğu müddetçe uygundur. Eğer aktarımı bilinçli hâle getirerek “ortadan kaldırırsak” duygusal eylemin yalnızca bu iki bileşenini doktorun kişiliğinden ayırmış oluyoruz; bilinç tarafından kabul edilebilir ve itiraz edilemez öteki bileşen, tıpkı diğer tedavi yöntemlerinde olduğu gibi psikanalizde de başarının aracıdır ve kalıcıdır. Bu ölçüde psikanalizin sonuçlarının telkine dayalı olduğunu kabul etmeye hazırız; ne var ki telkinden Ferenczi’nin (1909) yaptığı gibi, bir insanı onun durumunda mümkün olduğu üzere aktarım fenomeninin araçlarıyla etkilemeyi anlamalıyız. Onu kendi psişik durumunda kalıcı bir sonuca sahip olan psişik işi tamamlayabilmesi için telkini işe koşarak hastanın nihaî bağımsızlığının icabına bakarız.

     Aktarımın direnç fenomeninin neden sadece psikanalizde ortaya çıktığı ve tedavinin ilgisiz biçimlerinde (örneğin kurumlarda) görülmediğine ilişkin daha başka bir soru sorulabilir. Cevap şudur ki diğer durumlarda da kendilerini gösterirler fakat bu şekilde tanınmaları gerekir. Olumsuz aktarımın patlak vermesi esasında kurumlarda da ziyadesiyle yaygın bir olaydır. Hasta olumsuz aktarımın tahakkümü altına girer girmez değişmemiş ya da gerilemiş bir vaziyette kurumu terk eder. Erotik aktarımın kurumlarda böylesi ketleyici bir etkisi yoktur zira onlarda tıpkı sıradan yaşamda olduğu gibi açığa çıkarılmak yerine üzeri örtülür. Lâkin sağaltıma direnç olarak pekâlâ açık bir şekilde tezahür eder, doğrudur, hastayı kurumdan uzaklaştırarak olmaz bu ama – aksine, onu kurumda tutar – onu yaşam ile belirli bir mesafede tutarak olur. Zira sağaltımın bakış açısından hastanın şu ya da kaygıyı ya da ketlenmeyi kurumun içerisinde aşıp aşmadığı tamamen ilgisiz bir meseledir; mesele onun bundan gerçek hayatında da kurtulmuş olmasıdır.

     Olumsuz aktarım, bu makalenin sınırları çerçevesinde gerçekleştirilemeyecek kadar detaylı bir incelemeyi hak etmektedir. Psikonevrozun iyileştirilebilir biçimlerinde sevgi dolu aktarım ile sıklıkla eş zamanlı olarak aynı insana yöneltilmiş hâlde bulunur. Bleuler bu fenomeni tarif etmek için “duygu ikilemi[17]” kavramını icat etmiştir. Bir noktaya kadar duyguların bu ikilemi normal gözükür; fakat daha yüksek bir seviyesi kesinlikle nevrotik insanlar has bir durumdur. Obsesyonel nevrozlularda “zıtlar çiftlerinin[18]” erken ayrılığı onların dürtüsel hayatına has gözükür ve onların yapısal ön koşullarından birisidir. Nevrotiklerin duygusal eğilimlerindeki ikilem, aktarımlarını direncin hizmetine dahil etme yeteneklerinin en iyi açıklamasıdır. Paranoyaklarda olduğu gibi aktarım kapasitesinin esasen olumsuz olanla sınırlı olduğu durumlarda herhangi bir etki ya da sağaltım olasılığı ortadan kalkar.

     Ne var ki tüm bu düşüncelerde şimdiye dek yalnızca aktarımın tek bir yanını ele aldık; dikkatimizi konunun başka bir yanına yöneltmeliyiz. Analizdeki bir insanın aktarım-direncinin tahakkümü altına girer girmez doktor ile arasındaki gerçek ilişkisinden çıkması, psikanalizin bir kimsenin aklına ne gelirse gelsin onu hiçbir eleştiriye tabi tutmadan söylemesini gerektiren temel kuralını[19] hiçe saymak konusunda kendisini özgür hissetmesi ve kısa bir zaman önce kendisi üzerinde büyük etkiler yaratan mantıkî argümanları ve sonuçları kayıtsızlıkla değerlendirmesi üzerine doğru bir değerlendirmeyi gerçekleştiren herhangi bir kişi – tüm bunları gözlemleyen herhangi bir kişi şimdiye dek ileri sürülen faktörlerin yanında bu izleniminin de bir açıklamayı gerektirdiğini hissedecektir. Aranacak bu türden faktörler uzakta da değildirler: tedavinin hastayı konumlandırdığı psikolojik durumdan bir kez daha ortaya çıkarlar. Hastanın bilincinden kaçan libidoyu arama sürecinde bilinçdışının alanına girdik. Ortaya çıkarmak üzere olduğumuz tepkiler, aynı zamanda, rüyalar çalışmasından öğrendiğimiz karakteristiklere sahiptir. Bilinçdışı itkiler, sağaltımın arzu ettiği şekilde hatırlanmak istemezler ama bilinçdışının zamansızlığına ve halüsinasyon kapasitesine uygun olarak kendilerini yeniden üretmeye çabalarlar[20]. Tıpkı rüyalarda olduğu gibi, hasta, bilinçdışı itkilerinin uyanışının ürünlerini güncel ve gerçek olarak değerlendirir; tutkularını, hiçbir gerçek durumu hesaba katmadan eyleme dökmeye çalışır. Doktor, onu, bu duygusal itkileri tedavinin ve yaşam öyküsünün bağlantı noktasına uydurmaya, onları entelektüel değerlendirmeye sundurmaya ve ruhsal değerleri ışığında anlamaya zorlamaya çalışır. Doktor ile hasta, akıl ve dürtüsel yaşam, anlayış ve eyleme geçmek arasındaki bu mücadele, neredeyse yalnızca aktarım fenomeninde sahnelenir. Bu alanda zafer muhakkak kazanılmalıdır – o zafer ki ifadesi nevrozun kalıcı sağaltımıdır. Aktarım fenomenini kontrol etmenin psikanaliste en büyük zorlukları sunduğu tartışılamaz. Ancak unutulmamalıdır ki bizim için hastanın gizli ve unutulmuş erotik itkilerini doğrudan ve açık kılma işinde paha biçilemez bir hizmeti yerine getiren yalnızca ve yalnızca onlardır. Son çare olarak bir kimseyi in absentia ya da in effigie yok etmek imkânsızdır[21].

Çeviride metnin Psychoanalytic Electronic Publishing (PEP-WEB) ’te mevcut olan İngilizce çevirisi esas alınmış olup gerekli görülen noktalarda İngilizce çeviri metnin Almanca esası ile karşılaştırılmıştır.

Standard Edition baz alınarak yapılan çevirilere aşina olanlarca bilineceği üzere köşeli parantez içerisindeki dipnotlar James Strachey’e, diğer dipnotlar ise Freud’a aittir. Ben ise dipnotlarımın sonuna “ç.n.” ibaresini ekledim.

Çeviren: İbrahim Şahin Ateş

[1] [The Zentralblatt für Psychoanalyse, bu makalenin de ilk kez yayınlandığı dergidir.]

[2] Bu vesileyle kendimi içsel (yapısal) faktörlerin önemini çocuksu izlenimlere vurgu yapmam sebebiyle reddetmiş olmam hususunda tarafıma yöneltilen yanlış suçlamalara karşı savunmak isterim. Böylesi bir suçlama bir insanın nedenselliğin alanındaki arayışının kısıtlı doğasından kaynaklanmaktadır: insanlar, gerçek dünyada normal olanın aksine, tek bir belirleyici faktör ile tatmin olmaktadır. Psikanaliz etiyolojideki tesadüfî etkiler hakkında çokça, yapısal olanlar hakkında ise oldukça az şey söylemiştir; fakat bu yalnızca ilkine yeni şeyler eklemeye muktedir olmuşken, başlangıçta, ikincisi hakkında yaygınca bilinenden fazlasını bilmemesinden kaynaklanır. Etiyolojik faktörlerin iki grubu arasında herhangi bir zıtlık koyutlamayı reddediyoruz; aksine, iki grubun gözlenen sonucu ortaya çıkarmak için düzenli olarak birlikte işlerlikte olduğunu varsayıyoruz. Δαίμων καὶ Τύχη [İlahî bağış ve İhtimâl] bir kimsenin yazgısını belirler – nadiren yahut hiçbir zaman bu iki gücün yalnız başına olacağı bir şekilde. Her birine atfedilecek olan etiyolojik etkiye yalnızca her bir vakada ayrı ayrı olacak şekilde ulaşılabilir. Bu vakalar, iki faktörün mevcut olduğu değişen oranlara göre bir seri hâlinde sıralanabilir ve hiç şüphesiz bu serinin uç durumları olacaktır. Bilgimizce erişilen seviyeye binaen bu biricik vakalarda yapının ve tecrübenin payını tahmin edeceğiz; ve hükümlerimizi kavrayışımızdaki değişiklikler doğrultusunda değiştirmek hakkımızı gizli tutacağız. Yeri gelmişken, bir kimse yapının kendisini atalarımızın sonsuzca uzun zinciri üzerinde üretilmiş olan tesadüfî etkilerin bir çökeltisi olarak değerlendirmeye cüret edebilir.

[3] Alm. libidinösen Regungen, ç.n.

[4] Alm. Besetzung, İng. cathexis, ç.n.

[5] Gerçekten kesildiğini kastediyorum ve örneğin hastanın sıradan hoşnutsuzluk duyguları nedeniyle onu geride tuttuğunda olan şeyi değil.

[6] Aus guter Familie, Berlin, 1895.

[7] Jung’un bazı düşünceleri onun bu içe dönüklüğü demantia preacox’a has bir özellik olarak değerlendirip diğer nevrozlarda aynı şekilde hesaba katılmadıkları izlenimini verse de – [Bu görünüşe göre Freud’un “içe dönüklük” kavramını basılı olarak ilk kullanışıdır. Kavram Jung tarafından 1910b, 38’de ilk kez takdim edilmişti; lâkin muhtemelen Freud Jung’u eleştirmektedir, 1911, 135-6. n. (İngilizce çeviride 1916, 487). Jung’un bu kavramı kullanışı üzerine başka bazı yorumlar Freud’un narsisizm üzerine makalesinde (1914c, Standard Ed., 14, 74), daha sonraki bir teknik makalenin bir dipnotunda (1913c, s. 125.) ve Giriş Dersleri’nin (1916-17) XXIII.’sünün sonlarına doğru bir paragrafta görülebilir. Freud daha sonraki yazılarında bu kavramı son derece nadiren kullanmıştır.]

[8] Alm. die Regression, ç.n.

[9] Şayet “çocuksu karmaşalarını yeniden yüklediğini” söyleyebilseydik uygun olurdu. Fakat bu yanlış olacaktır: bunu doğru ifade etmenin tek meşru yolu “bu karmaşaların bilinçdışı kısımlarını” demektir. – Bu makalede tartışılan konular öylesine dallı budaklıdır ki burada tarif edilen psişik süreçleri belirsiz olmayan kavramlar ile konuşabilmeyi mümkün kılmak için aydınlatılması yerinde olacak bir dizi sınırdaş problemden yola çıkılması caziptir. Bu problemler içe dönüklük ve gerileme arasında bir ayrım çizgisi çizmeyi, karmaşalar teorisini libido teorisine uydurmayı, düşlemlemenin bilinçle ve bilinçdışıyla olduğu kadar gerçeklik ile ilişkisini ve dahasını içerir. Bu makalede bu ayartılmaya direndiğim için özür dileme gereği hissetmiyorum. 

[10] Alm. Versagung, İng. Frustration, ç.n.

[11] [Bunun bütünlüklü bir tartışması için “Nevrozların Başlangıç Biçimleri” (1912c)’ye bakınız.]

[12] [9 numaralı dipnot ile karşılaştırınız.]

[13] Alm. überwunden, ç.n.

[14] Alm. Aufgehoben. Burada überwunden ve Aufgehoben arasında Freud tarafından kurulana benzer bir ikilik “İnkâr” (1925)’da görülebilir: Makalenin Türkçe çevirisinin (Metapsikoloji E. Kapkın & A. Tekşen, çev, İstanbul: Payel, 2013, 418-422) 419. sayfasının ilk paragrafında Freud, Aufgehoben’in karşısına Aufhebung’u koyar. Öyle ki inkâr (die Verneinung), bastırmanın kalkışıdır, ortadan kalkışı değil. Bu ikiliğin ima ettiği “sonluluk” sorusunun Freud’un yaşamının son döneminde sorduğu “analizin sonu” sorusundan (Krş. “Sonlandırılabilir Sonlandırılamaz Analiz”, 1937) bağımsız düşünülemeyeceğini düşünüyorum, ç.n.

[15] Ne var ki bu bizi genellikle aktarım-direnci için seçilen öğenin özel patojenik bir öneme sahip olduğu sonucuna götürmemelidir. Bir savaş sırasında küçük bir kilisenin veya tek bir çiftliğin mülkiyeti konusunda özellikle hırçın bir mücadele varsa, kilisenin belki de ulusal bir tapınak olduğunu veya evin ordunun hazinesini koruduğunu varsaymaya gerek yoktur. Nesnenin önemi yalnızca taktikseldir ve belki yalnızca bu savaşa hastır.

[16] Alm. Wunschregungen, İng. wishful impulse, ç.n.

[17] Alm. Ambivalenz, İng. Ambivalance, ç.n.

[18] [Zıtlar çiftleri Freud tarafından ilk kez Üç Deneme’de (1905d), Standard Ed., 7, 160 ve 166-7 ve daha sonrasında “Dürtüler ve Yazgıları’nda” (1915c), Standard Ed., 14, 127 vd. tarif edilmiştir. Obsesyonel nevroz açısından önemleri “Sıçan Adam” vaka öyküsünde (1909d) tartışılmıştır, Standard Ed., 10, 237 vd.]

[19] [Bu daha sonrasında temel teknik kural olarak adlandırılacak olan şeyin ilk kullanımı gibi gözükür. Oldukça benzer bir ifade hâlihazırda (“psikanalizin ana kuralı”) Freud’un Clark Üniversitesi’nde verdiği derslerin (1910a) [Beş Konferans, ç.n.] üçüncüsünde kullanılmıştır, Standard Ed., 11, 33. Elbette düşüncenin kendisi oldukça geriye dek gider; örneğin Rüyaların Yorumu’nun II. Bölüm’ünde (1900a), Standard Ed., 4, 101, ve esas olarak benzer kavramlarla “Sağaltıma Başlamak Üzerine’de” (1913c) uzunca bir dipnotta bu mesele takip edilebilir.]

[20] [Bu daha sonraki bir teknik makale olan “ Hatırlamak, Tekrarlamak ve Derinlemesine Çalışmak’ta” (1914g) detaylandırılmıştır.]

[21] Lacan 11. Seminer’in “Gösterenler Ağı”, “Tukhe ve Automaton” ve “Yorumdan Aktarıma” başlıklı oturumlarında Freud’un bu satılarına gönderme yapar (Psikanalizin Dört Temel Kavramı çev. Nilüfer Erdem, İstanbul: Metis, 2013). Metnin Türkçe çevirmeni Nilüfer Erdem bu Latince ifadeleri yokluğunda, temsilinde, gıyabında kelimeleriyle karşılamıştır, ç.n.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu