Bu metin, Felsefe Sanat Psikanaliz bünyesinde düzenlenen “Freud’un Teknik Metinleri” atölyesi kapsamında 30.04.2023 tarihinde tarafımda gerçekleştirilmiş sunuma aittir.
Herkese merhaba,
“Hatırlama, Tekrarlama ve Derinlemesine Çalışma” (1914) başlıklı makaleye ilişkin oturumumuzda gerçekleştirmiş olduğum sunum, hatırlayacağınız üzere, analistin payına düşen Deutungskunst ile analizanın payına düşen Durcharbeiten arasındaki ilişkiyi merkezine almaktaydı. Freud, analist ve analizanın “iş tanımlarını” analitik kürün hipnoz ve telkin üzerine çalışmalarda bulunan kökenlerine dek geri izlemiş idi. Bu vesile ile biz de konuşmamızın hemen başında iki şeyin altını çizmiştik. Bunlardan ilki Freud’un hipnotik çalışmaların sonuçlarını “saygıdeğer bir kaynak” olarak değerlendirmeyi hiçbir zaman bırakmamış oluşu ve ikincisi, söz konusu çalışmalarda kendisinin ilgisini cezbeden şeyin esasen telkin ve telkin edilebilirlik olduğu idi. Bu vesile ile de söz konusu telkin edilebilirliğin, bugün artık “aktarım” olarak anmakta olduğumuz şeyin bir ilk görünümü olduğunu belirtmiştik.
Sunumumuzda değinmemiş olduğumuz bir husus, esasında, Freud’un erken dönem etiyoloji metinlerinde karşımıza çıkan mésalliance sözcüğüne ilişkindir. Fransızca yazılmış olan, 1895 tarihli “Takıntı ve Fobilerin Psişik Mekanizmaları ve Etiyolojileri” başlıklı eserinden alıntılıyorum[1]:
Bunun kanıtı hastanın önceki geçmişinde, obsesyonun başlangıcında, orijinal fikri değişmiş olarak bulduğumuz gerçeğidir. Yer değiştirilen fikirlerin tümü ortak özelliklere sahiptir; (onlar) öznenin cinsel hayatında daima unutulmaları için gayret gösterilen huzursuzluk verici tecrübelere karşılık gelmekteydiler. O (özne) yalnızca uygunsuz bir fikri duygusal durumuyla ilişkili olan bir başkasıyla değiştirmek hususunda başarılı olmaktayken bu duygusal durum değişmeden kalmaktaydı. Duygusal durum ve ilişkili fikir arasındaki garipliğe denk düşen bu mésalliance takıntılarda karakteristiktir.
İngilizce çevirinin editörleri Freud’un mésalliance sözcüğü için kimi vakitlerde “hatalı bağlantı” ifadesini de kullandığını belirtirler. Söz konusu alternatif kullanımın tespit edebildiğimiz kadarı ile Freud’un eserindeki önemli görünümlerinden birisine gerçekleştirmiş olduğumuz ilk oturumda değinmiştik. Hatırlanacak olduğu üzere, söz konusu satırlar, aynı zamanda, Freud’un eserinde “aktarım” sözcüğünün ilk kez göründüğü yeri teşkil etmekteydiler. Dr. Emre Kapkın’ın çevirisi ile Histeri Üzerine Çalışmalar’dan yeniden aktaralım (1895; 2001, 353): “(Hastanın) Hekime aktarımı bir hatalı bağlantı yoluyla ortaya çıkar. Buna bir örnek vermeliyim. Hastalarımdan birinde belirli bir histerik belirtinin kökeni yıllar önce sahip olduğu ve hemen bilinçdışına gönderdiği, konuşmakta olduğu adamın küstahça egemenliği ele alıp kendisini öpmesi arzusunda yatıyordu.”
Söz konusu ilk sunumumuz içerisinde aktarım (Übertragung) sözcüğünün aynı yıllar içerisinde Freud tarafından görünüşte iki farklı bağlamda kullanıldığına değinmiştik. Bunlardan ilki, sözcüğün şu anda konuşmakta olduğumuz üzere, hekime aktarılan duygu ve düşünceleri ifade etmek maksadıyla kullanılmasıydı. İkincisi ise sözcüğün Freud tarafından Proje’deki (1895) kullanımıdır. Yeniden okuyalım: “Şimdiye kadar aktarımı yalnızca Qή’in[2] bir nörondan diğerine aktarımı olarak değerlendirdim…” (Freud 1981, 310). Sözcüğün gündelik kullanımının her iki bağlamda da kullanılabilişini mümkün kılıyor olmasından dem vurularak tarafımıza getirilebilecek olan eleştirilere zaten cevabımızı sunmuştuk. Lâkin o gün başvurmamış olduğumuz bir başka kanıta bugün başvurmayı yerinde buluyoruz. Sahip olduğumuz söz hakkını (bu sunum metinlerini yayınlıyor oluşumuzu da göz önünde bulundurarak) Freud’un psikanalitik eserleri için “erken” kabul edilen dönemlerde yayınlamış olduğu metinlerini Türkçede dolaşıma sokmak ve tartışılabilir kılmak için bir fırsat kabul etmekteyiz. Yine de ne yazık ki henüz bunda muvaffak olabildiğimizi zannetmekte değiliz. Freud’un 1893 tarihli “Afazi” metnine başvuracağız. Şöyle yazıyor:
Konuşma işlevi, sanki, genel serebral korteks işlevinin çeşitli algı parçalarının (hafıza imgelerinin) çağrışımını benzer şekilde muhteva eden özgül bir durumundan ibarettir. Önceki durumda “nesne” nasıl kelimeyi temsil ediyorsa, “kelime” de çağrışım kompleksini aynı şekilde temsil eder; yegâne fark, sınırlı sayıda “sözcük çağrışımı” olmasına karşın “nesne çağrışımlarının” sayısı sonsuzdur. Doğada “nesne” ve “sözcük” arasındaki ilişki “sembolik”tir. Her nesne bir sözcük ile “sembol” olarak çağrışım içerisindedir. Konuşma çağrışımlarının tam bir görüntüsünü elde edebilmek için nesne ile çağrışımı kabul etmek zorundayız.
Alıntılamış olduğumuz metin, Freud’un 1891 yılında yayınlamış olduğu afazi konulu kitabından parçaları muhteva etmektedir. Bu paragraf Freud’un eserinin muhtelif kısımları ile beraberce ele alınabilir. Biz burada bu metinlerden iki tanesini seçeceğiz. Bunlardan ilki Freud’un Breuer ile birlikte 1893 yılında kaleme aldığı “Ön Bildiri,” ikincisi ise 1915 yılında yayınlanan “Bilinçdışı” başlıklı makalesi olacak. İlk kaynakta (ki şimdi dile getireceğimiz hususu farklı metin ve sunumlarda daha evvel de gündeme getirmiştik) Freud ve Breuer, hastalığın başlatıcı nedeni ile hastanın sergilediği belirti arasındaki ilişkinin “sembolik” olduğunu dile getirirler. Yazarlara göre söz konusu neden ile sonuç arasında bir boşluk bulunmaktadır ve sembolik olan ilişkiler bu boşluk içerisinde iş görürler.
Şimdi, bu türden bir açıklamanın kendi başına ele alındığında yeterince açık olmadığı ortadadır. Hiçbir şey değilse bile şu bir soru olarak karşımızda belirmektedir. Sembolik ne demektir? Söz konusu “sembolik ilişkiler” Freud’un Fliess’e göndermiş olduğu meşhur 52. Mektup’ta Freud tarafından “muhtemelen nedensel” olarak tarif edilen ilişkilerdir. Bunun altı ne kadar çizilse azdır. Söz konusu durum analizde çalıştığımız seviyelerden birisinin[3] ta kendisidir, Freud’un analistin kulağına yönelttiği çeşitli önerilerin metapsikolojik temelidir. Bu noktada, hâlâ, son oturumumuzda da belirtmiş olduğum üzere Derrida Freud’da “yazı”yı nasıl değerlendiriyor ise vermiş olduğumuz örneklere benzeri bir tutumu taklit ederek yaklaşmaktayız.
İkinci metin, yani “Bilinçdışı” (1915), sözcük çağrışımlarının sınırlı olmasına karşın nesne çağrışımlarının sonsuz oluşunun gerekçelerinin metapsikolojik düzlemde sunulduğu bir metin olarak ele alınabilir. Bu paragraf, doğrudan, temsil (Vorstellung) denen şeyin Freud tarafından 1915 yılında sistematik bir biçimde sözcük temsili, şey temsili ve nesne temsili olarak kavramsallaştırılışının temellerini sunar. Bu tartışmayı tüm detayları ile burada ele almak bu çalışmanın sınırlarını aşacaktır lâkin 2 yıl sonra, 1917’de, “Yas ve Melankoli’de”, Freud’un melankolide libidonun terk ettiği şeyin, “şey sunumu” olduğunu belirttiğinin altını çizelim. Sözü geçen hususların klinikteki tezahürü Freud açısından bu denli berraktır, kimi zamanlarda. Dolayısıyla şimdiye dek bu sunum soyut yahut “kliniğe mesafeli” gözüktü ise bu yalnızca bir yanılsamadır. Peki, böylesi bir ilişkinin bugün ele almakta olduğumuz “Aktarım Aşkı Üzerine Gözlemler” (1915) makalesi ile nasıl bir ilişkisi olabilir?
Her şeyden önce, Freud’un çalışmış olduğumuz teknik metinlerinden çıkarılabilecek sonuçlardan bir tanesi yorum sanatının hastanın psişik zamansallığını bugün “konuşmak suretiyle” icra ve inşa ediyor oluşudur. Bize göre bu durum, Freud’un Anna O.’dan öğrendiklerinin doğrudan bir sonucu olarak tartışmaya açılabilir.[4] Hatırlanacak olduğu üzere Anna O., bir önceki yıl yaşamış olduğu tecrübeleri bir sonraki yıl neredeyse günü gününe uyacak bir tutarlılık ile sahnelemekteydi. Geçtiğimiz oturumlarda savunduğumuz görüşler ışığında bugün Anna O.’nun sahnelediği şeyin kronolojik zamansallığın bir savunma mekanizması oluşu durumunun ta kendisi olduğunu söylemek cesaretinde bulunma hakkımız olduğuna inanıyoruz. Ve bir kez daha, şayet “bilinç bir anı izinin yerine geçen bir şey” ise zamandışı olan bilinçdışının bugünü zamansallaştırmayı hiç bırakmadığını ve Lacan’ın 1. Seminer’inde “Perde Anılar” (1899) ve “Analizde İnşalar” (1937) makalelerini okumak suretiyle “geçmişin ancak bugün tarihselleştirildiği ölçüde geçmiş olduğunu” belirttiğini hatırlatmak gereği hissediyoruz. Zaten çalışmış olduğumuz bir önceki metinde bugün tekrarlanmakta olan tecrübenin içerimleri ve dolayısıyla analizanı o tecrübeyi tekrarlamaya sevk eden koşulların metapsikolojik zemini Freud tarafından ilan edilmişti. Bugünün sorusu ise, doğrudan Freud’dan alıntılayacak ve metnin ortasından konuşacak olursak şu şekildedir: Analitik tedavide vuku bulan aşkın gerçek bir aşk olmadığını söylemeye hakkımız bulunmakta mıdır? Bu soruyu bu sunumun merkezine taşımayı öneriyoruz.
Sorunun şimdiye kadar ancak bir özetini sunabildiğimiz teorik gerekçeler ile işitilmediği müddetçe Freud’un bizzat kendisinin altını çizmiş olduğu gündelik ahlâkî standartlar çerçevesinde tartışılmaya yazgılı olduğuna inanıyoruz. Yani, bir başka deyiş ile Freudcu bir çerçevede psikanalizin etiğini bir soru olarak formüle edebilmenin yegâne yolunun analitik kürde tarafların üstlendiği çalışma biçimlerinin metapsikolojik tahlili olduğunu öne sürüyoruz. Elbette ki öne sürmekte olduğumuz bu düşüncenin çeşitli içerimleri vardır ki teorik olarak sıklıkla yanlış (ya da psikolojik ya da gündelik bir bakış açısı ile) bir şekilde ele alınan hadiseler ile doğrudan ilişkilidir. Örneğin “gerçeklik ilkesini” ele alalım [5]zira (çalışmakta olduğumuz makalenin önemli başlıklarından birisi olan “direnç mefhumunun tekrarlama zorlantısı ile ilişkisine” bir önceki oturumumuzda ziyadesiyle değinilmişti.
Şununla başlayabiliriz: Çalışmakta olduğumuz makalede Freud şöyle yazar: “Analitik tedavi süresince ortaya çıkan âşık olma hâlinin “sahihliğine” karşı çıkmaya hakkımız yoktur. Şayet söz konusu aşk normallikten yoksun gözüküyorsa bu durum aşkın gündelik yaşamda, analizin dışında da normal zihinsel görüngülerden çok anormal olanlara benzemesi ile pekâlâ açıklanabilir.” Şunun altını çizmeliyiz: Bu noktaya kadar bu cevap psikolojiktir. Psikanalizin alametifarikası normalliği başka bir normallik yahut anormallik ile değiştirmesi değildir. Aktarım aşkını özel kılan şey analistin sorumluluğuna ilişkindir; analist bu aşkı “çalışılabilir” kılmak ile mükellef olsa da bu aşkı yaratma kudretine sahip değildir. Lâkin bu, bu aşkın gerçek olmadığı anlamına gelmez. Lütfen hatırlayalım: Makalenin henüz ilk sayfalarında, ilginç bir şekilde, Freud analistleri “dürüstlük” hususunda birden fazla kez uyarır. Analist dürüst olmak zorundadır. Fakat bu dürüstlük manipülatif bir yoktan var etme kudretine sahip olup da sonrasında onu “tedavinin yararına” kullanmak anlamına gelmemektedir. Bu dürüstlük analizanın kendisine “gerçekten” âşık olduğuna yürekten ve kulaktan inanmaktan geçer. Çalışılacak olan şey, bu gerçek aşkı, aktarım aşkını, ortaya çıkaran koşullardır. Örneğin, “direnç bu aşkı yaratmakta değil, güçlendirmektedir” yahut Lacan’ın 11. Seminer’de izah ettiği üzere “analitik çalışma aktarım için laboratuvar koşullarını sağlamaktadır.” Freud, bu koşulları “talan eden” meslektaşlarının kulağına geldiğinden ve “bundan daha duyarsız bir muameleyi tahayyül edemediğinden” dahi bahseder. Söz konusu kimseler, Freud’dan öğrendiğimize göre, hastalarını kendilerine âşık etmeye çalışmaktadır.
O hâlde Freud’un bu metnin kimi kısımlarında gerçekliğin (Wirklichkeit) bir müdahalesine benzettiği aktarım aşkı, analizanın tekrar etme zorlantısı içerisinde bulunduğu bir sahne içerisinden ele alınmalıdır. En nihayetinde Freud söz konusu sahneyi eyleme dökmek, bir direnci sergilemek ve çalışmanın koşullarına sadakatsizlik göstermek için analistini adeta aşka davet eden bir kadını tasvir etmektedir. Lâkin beklenebileceği üzere Freud bu aşkın reddini salık vermekte değildir. Bunu harikulade cümleler ile şu şekilde ifade eder:
Hasta erotik aktarımını itiraf eder etmez onu dürtülerini baskılamaya, onlardan vazgeçmeye yahut onları yüceltmeye teşvik etmek söz konusu dürtüler ile çalışmanın analitik değil duyarsız bir yoludur. Bu kurnazca büyüler yoluyla ölüler diyarından bir ruhu çağırdıktan sonra ona hiçbir soru yöneltmeden onu geri göndermek gibidir. Bir kimse bastırılanı yalnızca dehşet içerisinde bir kez daha bastırmak için bilinçli kılmış olacaktır.
Gereken şey, hastayı çalışmaya sevk edecek şekilde bu aşkı askıda bırakmaktır; analist ile analizan arasında salınmasına göz yummaktır, iş birliği etmektir, rol yapmaktır. Niçin? Freud şöyle yazıyor: “Bildiğimiz üzere tutkular haşmetli söylevlerden oldukça az etkilenirler.” Freudcu manada “yorum”un harikulade bir tasviri ile karşı karşıyayız. Analistin payına düşen görev, gözüken o ki, bir yorumun sahneleneceği koşulları can kulağıyla dinlemesi ve söz konusu yorumu yürekten icra etmesidir.[6] Psikanalitik manada gerçeklik ilkesinin başka bir şekilde düşünülebilmesi olası değildir. Derridacı bir ifade kullanmamız mazur görülecek ise ancak müstakbel, daima kurulmakta olan, reddedilmeyen yahut tatmin edilmeyen, gelecekten geçmişe laf yetiştiren, tüm cevaplarını askıda tutan bir aşk analitik kürün imkân koşulu olabilir. Ancak böyle bir durumda, diyor Freud, söz konusu aşkın tüm ön koşulları ve çocuksu kökenleri ile cinsel arzulardan kaynaklanan tüm düşlemler çalışılmak için gün ışığına çıkabilir. Nitekim söz konusu aşk, Freud’un bize öğrettiğine göre, çoğu zaman için çalışmanın doğru bir iz üzerinde olduğuna delalettir. Ne var ki bu aşk söz konusu hastanın çalışmanın kuralları ile bir zamanlar mükemmelen uyduğu ilişkisine yeni zorluklar kazandıracaktır. Analizanın konuşarak değil de eyleyerek hatırladığı vakitlerin nasıl düşünülmesi gerektiğini zaten çalışmış olduğumuzdan bu nokta üzerinde fazlaca durmamayı tercih ediyorum.
Bu noktada Freud’dan harikulade bir uyarı daha gelir. Bekleterek, ötelenerek ve yemlenerek idare edilen bu aşk, vahşi tensel arzular olarak ortaya çıkmak zorunda değildir, genellikle böyle olmayacaktır ve olduğunda da bu durumun doktorun dikkatini cezbetmemesi neredeyse imkânsızdır. Karşılaşılan şey, daha ziyade, analizanın düşlemlerinden damıttığı ve seanslar seansları takip ederken ilmek ilmek ördüğü sahnelere analistini yerleştirişidir. Bunun emareleri sözlü (örneğin şatafatlı bir minnettarlık yahut yoğun bir hayal kırıklığının ifadeleri) olabileceği gibi çoğu zaman çalışmanın dinamiklerini doğrudan ilgilendiren hususlardaki eylemler de (analizin ücretini geç yahut yanlış yatırmak, seansları gerekçesiz bir şekilde iptal etmek gibi) olabilir. Lâkin aktarım aşkı, Freud’a göre, çok daha naziktir; düşlem incelikle inşa edilir. Ne var ki ancak bu türden bir çalışma analizanın aşkının etrafına ördüğü ilksel koşulları çalışmanın bir yolu olabilir. Freud tam olarak bu noktada bir analistin üç şey ile mücadele ettiğinin altını çizer: Kendi zihni içerisinde onu psikanalitik seviyeden aşağıya çekmeye çalışan kuvvetler, analizin dışında kendisinin cinsel dürtüsel kuvvetlere atfettiği önemi takdir etmeyen ve bilimsel çalışmalarında bunları kullanmasına mâni olan muhalifler ve son olarak, hastanın ta kendisi. Naçizane düşüncemiz, esasen, söz konusu üç kuvvet karşısında analistin payına düşen görevin ve aktarım aşkının akıbetinin Freud’un “Sonlandırılabilir Sonlandırılamaz Analiz” (1937) başlıklı metni çerçevesinde analistin yaşam-çalışmasının[7] yazgısı ile birlikte değerlendirilmesinin kıymetli sonuçlara gebe olacağı yönündedir.
Elbette ki bu metnin “Tedaviye Başlamak Üzerine” (1913) gibi çalışmış olduğumuz önceki metinler ile analistin “stili” hususundaki yakınlığını göz ardı etmek olası değildir. Freud, burada, bir analizan için aşkı mümkün kılan koşulların ta kendisine, bir analistin, kendi stilini yalnızca o hastası için aşkı icra etmesi anlamına gelecek şekilde kulak vermesini salık vermektedir. Burada hiç şüphesiz Freud’un metninde yer alan kimi hususları dışarıda bıraktık. Bunlar “analizanın aşkından fayda sağlayan analistlere” yöneltilen uyarılara ilişkin bölümler idi. Bu türden konularda söyleyebilecek hiçbir şeyimiz yok. Sağduyu kâfidir. Nitekim önceki oturumlarımızda analistin el çekmesi gereken narsisistik keyiften ve yaratması gereken stilden detaylarıyla bahsetiştik. Lâkin bununla birlikte, söz konusu sağduyu, psikanalitik etiğin ancak metapsikolojik bir çerçevede işitilebilir olduğuna yönelik önermelerimiz hususunda geri adım atmamızı gerektirmemektedir. Yalnızca kısıtlı bir çerçevede temellendirmiş olduğumuz bu önermeler ve daha evvelki oturumlarda “analitik çerçeve” hususunda dile getirmiş olduklarımız hakkındaki görüşlerimiz sabittir. Analist ancak analizini durmaksızın icra etmek suretiyle çalışabilir ve bu türden bir çalışma, daha evvel söylemiş olduğumuz üzere, yaşamın ta kendisini talep etmektedir. Pireler ile tanışık olmaya varabilecek bir çalışma. Peki, onu böyle nitelendirmemiz, zorunlu olarak uzun sürmesi anlamına mı gelir? Naçizane görüşümüzce, zorunlu olarak değil; uzunluk saatlerin zamanı ile ölçülüyor ise hiç değil. İnançla atılan bir adım, kişinin boyundan büyük bir adım, boyundan eğilmek (ve kapının ardını dikizlemek ile) mukayese edilemeyecek denli radikal olabilir. Unutulmamalıdır ki Freud’un “Analizde İnşalar” (1937) başlıklı metninde bize “yorum”a dair verdiği öğüt buna ilişkindir: Yorumun doğruluğuna nasıl kanaat getirilebilir? Kim bilir. Zaman gösterecek. O vakte kadar, bizce Freud, analistin payına düşen şeyin söz konusu aşkı askıda bırakarak üstlenmesi, aşina olduğu bir düşlemde rolünü layığı ile sahnelemesi olduğunu salık verir. Tıpkı, kapıcı gibi (Derrida 2010, 199): “Bu yetkili, her şeyi kabul eder, ancak hep şu uyarıda bulunur: ‘Bunu yalnızca seni ihmal ettiğin bir şey kaldı mı diye düşünmekten kurtarmak için alıyorum.’”
Teşekkür ederim.
Kaynakça
Derrida, Jacques. 2010. Edebiyat Edimleri. Çeviren Mukadder Erkan ve Ali Utku. İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Freud, Sigmund. 2001. Histeri Üzerine Çalışmalar. Çeviren Emre Kapkın. İstanbul: Payel.
[1] Standard Edition’ın editörleri bizlere bu makalede Freud’un Fransızca “obsession” sözcüğü ile karşıladığı ifadenin Almancasının “zwangsvorstellung” olduğunu bildirirler. Bu sözcüğü “obsesyon” yerine “takıntı” olarak karşılamış olmamızın gerekçelerini bir önceki sunumumuzda açıklamıştık. Bununla birlikte, paragraf boyunca “fikir” olarak karşılanan sözcüğün Fransızcası “l’idée”dir ve bu durumun Freud’un bu metinden 2 yıl evvel yayınlamış olduğu “Organik ve Histerik Felçler…” metninin tarafımızca gerçekleştirilmiş çevirisindeki 11. dipnot ile mukayese edilmesi icap eder.
[2] Freud’un Proje’de kullandığı bu kısaltma “hücre içi büyüklükler kertesi açısından nicelik” manasına gelmektedir.
[3] Buradaki göndermemiz imgesel, sembolik ve Gerçek’ten oluşan Lacancı topolojiyedir.
[4] Hiç şüphesiz kastettiğimiz şey Anna O.’nun bu minvalde ele alınabilecek yegâne vaka oluşu değildir.
[5] Daha evvel yayınlamış olduğumuz iki kısa not içerisinde hafıza, gerçeklik ilkesi ve yargı işlevi arasındaki ilişkiye değinmiştik. Bkz. “Bir Not: Freud’da Temsil ve Yargı”, Felsefe Sanat Psikanaliz. https://freudcupsikanalizdernegi.com/bir-not-freudda-temsil-ve-yargi-sahin-ates/ ve aynı devam metni için yine bkz. https://freudcupsikanalizdernegi.com/bir-not-freudda-temsil-ve-yargi-ii-sahin-ates/. (Erişim Tarihi: 30.04.2023).
[6] Dr. Mehmet Mansur’a bu uyarıyı bize bahşettiği için teşekkürü borç biliriz.
[7] Yaşamı ve çalışması, yaşama dair çalışması, aradaki kısa çizgiyi ıskartaya çıkartacak şekilde yaşamçalışması.
For patients receiving anti hormone therapy, the most common side effects are hot flashes, joint pain, weight changes, mood changes, vaginal dryness or discharge and decrease of sexual desire free samples of priligy